Hepimiz yaşadığımız şartların çocuğuyuz

Kavga.
İletişimsizlik.
Anlayışsızlık.
Eleştiriler.
Birbirini yok farz etmeler.
Çatışmalar.
Dışlamalar.
Tutarsızlıklar.

Ne çıkar Allah ​_aşkına böyle bir aile manzarasından?
Bir kadının feryadı bunlar:
“Bu evde adam yok” diye bağırıyormuş evin adamı.
“Hepinizden nefret ediyorum” cümlelerini artık komşular ezberlemiş.
Bir adam evinin odalarının kapılarını tekmelerle kırar mı yahu!

Bir adam, kadın iyice muhtaç olsun diye, evinin eşyalarını kırıp döker mi!
Kayınvalidesinin üzerine yürür mü bir damat?
Yani bir annenin üzerine yürünür mü?
O annenin kızındaki yıkım sonra nasıl tamir edilir?
Bu ortamın insanlarına ‘eş’ denir mi?​_
Böyle bir ortama ‘aile’ denir mi?

Böyle bir ortamın meyvesi olan çocuklardan ne beklenebilir?
‘Nedir kardeşim bu kadar karamsarlıklar çiziyorsun? Nedir bu ruh halleri?’ diyenler olabilecektir.
Ama bu cümleler gerçekten hiç kayıtlara geçmeyecek cinsten cümlelerdir.
Keşke hep aileye dair, çocuklara dair, gençlere dair güzel cümleler kurabilseydik.

Keşke pembe hayallerimiz olsaydı.
Keşke çocuk deyince, genç deyince, eş deyince hep gülümseyiverseydik.
Ama hayatın gerçekleri, hiç değilse herkes için öyle değil.
Bu yukarıdaki ruh hâli yansımaları bir âkil aile danışma heyetinin belirlediği cümlelerdir.
Artık ‘aile kurtarma ekipleri’ kuruluyor.
Aileler iyi sinyaller vermiyor.
Birilerinin bir adım atması gerekiyor.
Yoksa ailedeki yıkım, toplumsala dönüşüyor.
Seyirci olanlar, yıkımın altında kalıyor.
Ailede bocalamalar artıyor.
Artık bu bocalama halleri topluma yansıyor.
Evlenmeden korkar hale geliyor insanlar.
İşte asıl kötüsü de bu.

Bir kurtuluş, bir mutlu hayat atmosferi, bir cennet manzarası yaşaması gereken insanlar cehennemî halet içerisine düşmüşlerse, burada durup düşünmek gerekiyor.

Sağdan soldan, alt katlardan üst katlardan iyi haberler gelmiyorsa, iyimser olmak anlamsız.
Böyle bir aile manzarasında toplum nasıl sağlıklı olsun?
Aile, birey sağlığına bakıyor; toplum da aile sağlığına.
Bir yerlerdeki yıkım, çok yerleri ilgilendirir hale geliyor.
Gidişat böyle ise olumlu duygular her geçen gün küsüyor demektir.
O zaman hava değişimi olmazsa, güzel çocuklar beklemek anlamsız olacak. Güzel yarınlar sadece hayallerde kalacak.

Çare mi?
Elbette çaresiz hiçbir şey yoktur.
Kupkuru zemine, kupkuru ağaçlara, kupkuru bahçelere bahar esintisi gelince hemencecik değişiveriyor her şey. Çok kısa bir zamanda olmayacak şeyler oluveriyor. Birden yemyeşil bir örtüye bürünüveriyor tabiat. Ağaçlar farklı farklı desendeki, farklı farklı renklerdeki elbiselerini giyiveriyorlar.

Ne de çabuk gelişiyor her şey.
Yeter ki mevsim değişsin.
Yeter ki cemreler düşsün, havaya, suya, toprağa.
Onun için insanın yüreğinde başlayacak bir küçük kıpırtı çok şeyler demek olacaktır. Bir kıpırtıyla kalmayacaktır başlangıçlar.
**
Evet, hepimiz yaşadığımız şartların çocuklarıyız.
Hepimizde var biraz, şu an ailemizde olanlar.
Hepimizde var biraz şu an toplumda olanlar.
Hepimizde var biraz çağımızın hastalıkları.
Ama hepimizde biraz ne olursa olsun, güçlü kulluk kökleri de var.

O kökler bu insanlarda varolduğu müddetçe, onların sırtları yere gelmeyecektir. O aileleri yıkma heveslilerinin hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Gelin şu giriş cümlelerindeki arızalardan hangilerine sahipsek oradan başlayalım işe.

Ortamı iyileştirmeden, iyi şeyler beklemeyelim.
Önce tenkitleri kaldıralım.
Eleştirilecek bir şeyler görünce, kendimize dönelim.
Azarlayacak bir şeyler bulunca, nefsime yöneltelim.
Kimsecikleri yok farz etmeyelim.
Herkes var ve nasılsa öyledir, öyle kabul edelim.
Belki ancak o zaman anlarız elimizden çok bir şey gelmediğini.
Zaten acizliğimizi anlayıversek, neler değişecek neler.
‘Ben’, ‘ben’ diyerek şişiriyoruz ‘ben’liklerimizi.
‘Ben’lik dâvâsı, ayarlarımızı alt-üst ediyor.
O zaman gelin, ‘ben’ değil, ‘biz’ diyelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*