Hükumetin kalbi sancılanıyor

Siyaset, bürokrasi, yönetim itibariyle, Ankara merkezdir. Hükûmet de merkezin kalbi mesabesindedir. Tam yüz yıldır, durum böyle. İstanbul’un birçok yönden birinci olması, bu realiteyi değiştirmez.

İstanbul, Bizans ve Osmanlı’nın kalbi ve başkenti idi. Hâlen de, dünyanın en gözde şehirlerinden biridir.

Ankara, sadece hükûmet ve Meclis itibariyle değil, hemen bütün resmî kurum ve kuruluşlarıyla birlikte hem merkez konumunda, hem de merkezin kalbi durumundadır. Bu durum tesbitinden sonra, şimdi asıl konuya giriyoruz.

Merkezin kalbinde, uzun süredir ciddî bir rahatsızlık var. Evet, hastalık derecesinde ortada ciddi bir rahatsızlık var ki, bundan bütün bünyenin, yani ülkenin tamamı bir şekilde etkileniyor.

Bediüzzaman Said Nursî, 1908 yılı başlarında İstanbul’dadır. Memleketin, bilhassa doğduğu bölgenin sıkıntılarını çözmek, en azından hafiflet-mek için Dersaadet denilen o zamanki Başkent’e gelmiş ve çeşitli teşebbüslerde bulunmuştur.

Kaldı ki, ülkeyi tek elden yönetmeye çalışan riyaset dairesindeki şahsın sağlığı noktasında da endişe verici sinyaller, işaretler alınıyor. Keza, aynı sıkıntı sebebiyle bazı programlar iptal edilmeye mecbur kalınıyor. Gerekçe olarak da “mide üşütmesi” diye gösteriliyor.

Evet, merkez sayılan kalpte bir sıkıntı varsa şayet, bu sıkıntı kısa zamanda bedenin tamamına sirayet etmeye başlar. Doğru ve sıhhatli bir teşhis koyabilmek için, bundan yüz küsû sene evvelki manzaraya bakmakta fayda var.

Bediüzzaman Said Nursî, 1908 yılı başlarında İstanbul’dadır. Memleketin, bilhassa doğduğu bölgenin sıkıntılarını çözmek, en azından hafifletmek için Dersaadet denilen o zamanki Başkent’e gelmiş ve çeşitli teşebbüslerde bulunmuştur. Büyük risk alarak, hükûmetin ilgili mercilerine dilekçelerle müracaat etmiş, hatta bazı camilerde istibdat rejimi ile ilgili konuşmalar yapmıştır. Neticede ise, önce tımarhaneyi, ardından hapishaneyi boylamak durumunda bırakılmıştır.

İşte, bu mevzu hakkında, yani hükûmet merkezinin kalbindeki hastalığı teşhise dair orijinal ifadeleri: “Evvel (1908’den evvel) Şark’ta fenalığın sebebi, Şark’ın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim (açıp baktım); anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divânelikle taltif edildim.” (Divân–ı Harb–i Örfî.)

Üstad Bediüzzaman, Şark vilâyetleri için maarif/eğitim ve bütün millet için hürriyet talebinde bulunduğu için, merkezde ona divâne denilmiş ve nihayet hapse atılmıştı. Oysa, divane olan, hastalanmış durumda olan, merkezin tâ kendisiydi.

Nitekim, zaman onu haklı çıkardı. Merkezdeki müstebitler, kendileriyle birlikte bütün bir milleti belâya, musibete giriftar etti. Şairin Sultan Abdülhamid için dediği gibi, “Ne kendisi etti rahat, ne millete verdi huzur.”

O tarihten bu yana aradan tam yüz on beş yıllık bir zaman geçti. Merkezdeki hastalık, ne yazık ki hâlâ geçmiş, düzelmiş değil. Zira, o vakit olduğu gibi bugün de ortada açıklık, şeffaflık görünmüyor. Milletin-seçmenin iradesine saygı ve itimat gösterilmiyor. Oy kullananların en yarısı “vatan hainliği” ile eşdeğer görülen isnatlarla itham edilmeye çalışılıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, devlet işlerinin de mühim bir kısmı, hâlâ perde altında ve kapalı kapılar arkasında yürütülmeye çalışılıyor. Bu da kalbin, dolayısıyla bünyedeki rahatsızlığın devamına sebebiyet veriyor.

Hülâsa: Yüz küsûr yıldır düşe-kalka giden demokrasi çabasının sonunda, kalbin merkezindeki hastalığın doğru teşhis edilmesini ve ardından yine doğru ve sağlıklı şekilde tedâvisinin yapılmasını temenni ederek noktalıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*