Hz. Ömer, Medine’den gelse

Yapılan mülk dershaneler, topluma hizmete yönelik binalar; eğer maksada uygun kullanılmıyorsa tenkitten kurtulamazlar.

Evlerimizde en az kullandığımız misafir odasını, orada sergilenen ve belki de bir iki kullanılan yeme içme takımlarını, sayfası hiç çevrilmeyen kitapları hatırladıkça üzülürüm de üzülürüm. Yemeyip içmeyip, ahir ömrümde rahat edeyim diyerek kenara ayırdıklarımızı, ahir ömrümüze ulaştığımızda onları yiyecek dişin kalmadığı, lezzeti tam tadamayan dilin yorgun düştüğünü, titreyen elin bile kavrayamadığını düşündükçe, kır sakalımın altındaki kıvrım kıvrım olmuş, acımış yüz hatlarımla da gülmeye çalışırım, yapabilirsem.

Hani, an; yaşadığımız, bulunduğumuz, heyecanlandığımız, hissettiğimiz zaman idi? Mazi ve müstakbelde duygu, canlı olarak yaşanmaz. Canlılık, şimdiki anda geçerlidir, kaidesinden hareketle ibadet de hizmet de şimdide yapılmalı ve yaşanmalıdır. Şimdide olmayan geçmişe yazılmadığı gibi geleceğe müjde olamaz. Şimdiyi hakkıyla yaşayamayan ideale takılır, hayale kurulduğu gibi.

Bir belde tanıyorum, muhtemelen sizin çevrenizde olduğu gibi. Orada bir dönem yaşanan ihlâs dolu, hizmet yüklü hareketin yerine hasedin, tarafgirliğin yer alması sonunda ıssızlaştığı, eski ruhun kalmadığı, kucaklaşmanın yerine uzaktan selâmlaşmanın aldığı şu garip dönemler, acaba o muhteşem ihlâstan uzaklaşmanın bir cezası mı, derim, kendime.

“Betonlaşan hizmetler” deneliyor, fakat betonlaşan duygular demek gerek! Belki de betonlaşan ruh diyeceğim ama çekiniyorum, o ulvî ruhun keyfiyetinden. Nerede hata yaptık? İğneyi dışarda mı, yoksa içerde mi kaybettik? Yanlış yerde çözüm arayan, hatadan kurtulamaz. Ceza, amelin cinsindendir, biliriz. Eden, bulur ise, yaptığımı buldum, şikâyete hakkım kalmadı!

Fuzulî sanki beni, bana söylemiş:

“Ey insan, kadere az bahane bul!

Buğday ektin de arpa mı bitti?”

Dünyevîlik rüzgârı, hakkın neşriyatını; insan yatırımlı sohbet ve matbuatta yapmak yerine imkânları sohbet binasına harcatmakla mı estirdi?

Eskiden herkes kendi sürüsüne sahip çıkar, ihtiyacını kendisi karşılardı, benimserdi. Sonradan bir ‘çoban’ tutuldu, o da vicdanen davrandığında iyi ama nefsine uyup gevşediğinde ise, sürüsü sağa sola savrulur, süt azalır. Ona denilir ki, nefsini sustur da aklın, vicdanını dinlesin, kalbine danışsın.

Ne varsa, asıl ve esasta var. Gelişen ve değişen şartlar, olgunlaşan imkânlar ana merkezden kopartmamalı, aksine imkânlar oranın da sadakatini artırmalıdır. Yoksa mirasyediye döneriz. Tıpkı darmadağın olan şu yazımız gibi duygularımız da dağıldı, ihlâs bir yere saklandı, uhuvvet üvey, samimiyet el oldu.

Müsaadenizle son soruyu sorayım: Hz. Ömer, Medine’den gelse, yapılanları görse ne der?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*