Kendimizi sorgulamaya ne dersiniz?

Üstad Bediüzzaman’ın yeryüzünde şahsına ait başını sokacağı bir evi olmadığı gibi; hizmet-i Kur’âniyede bulunmak için dahi hususî bir mekânı olmadı. Hemen her insan için zarurî ihtiyaçtan sayılan bir ev sahibi olmak Üstad için olmazsa olmazlardan sayılmamış.

Nice zahmetlerle vücuda getirilen bir yönü ile lüks sayılan günümüz dersaneleri de zarurî ihtiyaçlardan saymamış olmalı ki hizmetlere mahsus ayrı bir mekâna sahip olmayı dert edinmedi Bediüzzaman.

“Kışır (kabuk) ile meşgul olan lübü (özü, çekirdeği) kulak ardı eder” buyuran Üstad gerek şahsı için gerek Nur hizmetleri için hususî mekânları bir nevî ‘kışır’dan sayarak; işin özü ve çekirdeği saydığı, bütün himmetini, mesaisini iman hizmetlerine teksif etti.

Barla’daki iki odalı bir köy evini hem kendi hanesi olarak, hem gece gündüz demeden hizmet mekânı olarak istimal etti. Bu küçücük köy evinde sesini ükenin dört bir yanına duyuran Bediüzzaman iman hizmetlerinde destanlar yazdı.

Hizmet mekânları olarak “bu menzilleri saraylara değişmem..” dediği dağ başlarındaki ormanlıkları, bazen dere kenarlarını, bazen tefekkür mekânları olarak gördü. Bazen de, polis nezarethanelerini veya hapishanelerin köşelerini hak ve hakikatları muhtaç gönüllere duyurma mekânı yaptı.

İşin ayrıntısını değil; özünü esas alan Üstad Bediüzzaman, o aşılması imkânsız gibi manileri aşma başarısı gösterdi.

Hayatını dâvâsına çekinmeden feda etmekten çekinmeyen hizmet erlerini yetiştirdi. Aziz, sıddık, kahraman, sadık, halis, muhlis kardeşlerim dediği fedakârlara rahat-ı kalp ile bu ulvî dâvâyı tevdi etti. “Kâinata değişmem..” dediği Zübeyirleri; “nezrim odur ki canım sana kurban olacak..” diyerek Üstadının yerine ruhunu teslim eden Hasan Feyzi’leri; çekinmeden onun yerine dar-ı bekaya gitmek için duâda bulunan Hafız Ali’leri; mahkemede vereceği ifadeden dolayı kudsî dâvâya muhteme bir zararın gelmemesi için; “Yarabbi canımı al..” diyerek orada ruhunu teslim eden istikamet şehidi Asım’ları yetiştirdi Bediüzzaman.

Bizler bu işin neresindeyiz acaba? Üstadın; “kışır ile iştigal eden lübü kulak ardı eder” tesbitlerine göre bir hizmet tercihinde bulunduk mu? Öncelikli tercihimiz kabuk mesabesindeki teferrutlar mı oldu; yoksa işin önemli kısmı olan çekirdeklerin neşv-ü nemaları mı oldu? Hizmetlerde ve en etkili, en faydalı unsur olan yetişmiş insan unsuru olduğunun farkında olup; himmetlerimizi buna teksif ettik; yoksa olsa da olur olmasa da olur dediğimiz bina inşaatlarımına mı yöneldik? Bu güne kadar vücuda getirdiğimiz lüks dersanelerin içini doldurduk mu? Oralara yaraşır bir hizmetle dâvâ adamı olduk mu? Ulvî dâvâmızı sahiplenip geleceğe taşıyacak hizmet erlerini yetiştirebildik mi? Kısaca kendimizi bir sorgulamaya ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*