Kâinat boş değil, her işin bir sahibi var

Image
Kâinatta hiçbir şey boş ve maksatsız değil. Her şey kaderin cetveli ve hikmetin pergeliyle çizilip tedvir ve idare ediliyor. İnsanoğlu “acûliyet” denen aceleci hâssası ve özelliğiyle etrafında cereyan eden birçok hadiseyi kendi dar görüşünden değerlendirip pek çok yanlışa düşebiliyor. İşi asıl sahibine bırakmayı çoğu zaman ihmal ediyoruz, sonuç olarak da yanlışa yönlenip, lüzumsuz telâşa düşebiliyoruz.

Hâlbuki işi sahibine bırakabilsek “başımızı örse” vurmayacağız. Ne çare ki, çoğu zaman başı örse vurarak kırabiliyoruz. Bunu tarihten ibretli bir hikâyeyle açmaya çalışalım:

“Vaktiyle ‘Kalenderîyye’ tarikatine meyleden bir derviş, zamanla nefisle mücahede ede ede makamının sonuna gelir. Meşrebin usûlünce bu yoldaki en son makam olan ‘Kalenderîlik’ makamına ulaşır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…

“Saç, sakal, bıyık, kaş… Ne varsa hepsinden… Derviş, usûle uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

“- Vur usturayı berber efendi, der.

“Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

“- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.

“Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.

“Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: ‘Kabak aşağı, kabak yukarı…’

“Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayr-i ihtiyarî sorar:

“- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?

“Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

“- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..”

Buradan çıkarılacak bir hisse ise: Kendisinden ve dâvâsından emin olanların ve de o dâvânın gereklerini yerine getirdiğine vicdanen mutmain olanların, başkalarının o dâvâya zarar vereceği düşüncesini öne çıkarmalarının pek akılcı bir görüş olmadığıdır. Çünkü dâvâ, Allah’ın dâvâsıdır. O dâvâsını korur ve muhafaza eder. O dâvânın müntesiplerine düşen ise: O kudsî dâvâya gölge ve perde olmamaktır. Her yönüyle ona sahip çıkıp, ihlâsla, ihtimamla, teennî ile, sadakatle, sabırla ve dikkatle kendi vazifesini yapıp; kâinatın gerçek sahibinin vazifesine karışmamaktır. Kaderin ince sırlarını bilemediği için onu “tenkit edip başını örse vurup kırmamaktır.” Dâvâ adamına düşen: İnandığı o yolda istikametli, sabırlı ve sadakatli bir duruş sergileyebilmektir.

Zîrâ bu dâvâda bulunmak ve devam etmek isteyen herkesin en küçük daireden en büyük daireye kadar bir sürü imtihanı vardır. Bu imtihanın muhakkak ki en büyüğü nefisle olan imtihandır. Bu insafsız nefs-i emmâreye yardımcı olacak bahaneler ise çok; hem de pek çoktur. Dünyanın cazibedâr hevesleri başta olmak üzere; aile efradından başlayıp, akrabalara, oradan yakın dostlara, sonra geçim derdinden, mâlayani şeylere; siyasî ve âfâkî dünyevî meselelere kadar uzayıp giden çok geniş bir yelpazede her türlü oyun ve tuzaklar vardır.

Bütün bunlardan, aklen, kalben, ruhen uzak kalıp dâvâya hizmet etmenin sırrı ise, tahkiki bir imana sahip olmakla başlar. Sarsılmayan bir sabır, sürekli bir tahammül, devamlı bir sadakat, dirençli bir vefa, ince bir düşünce, bitmeyen bir şükür ve hiçbir zaman olmaması lâzım gelen şikâyetsizlikle devam eder. Hâsıl-ı kelâm; gerçek mânâda iki cihan saadetinin sırrı, mülkün hakiki sahibine tam teslim olmaktır. Rızası dâhilinde hareket edebilmektir. Onun işine ve vazifesine karışmamaktır. Kendi vazifesinin gereklerini yerine getirmektir.

Cenâb-ı Hak bütün olumsuzluklardan hepimizi muhafaza etsin. İmtihanımızı zor ve çekilmez etmesin. Âmin. Dünya durdukça insanlar da, dâvâ da, bu imtihanlar da devam edecektir.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*