Burnundan kıl aldırmayanların başı çok ağrır

Biliyorsunuz; huysuz ve gururlu olan, haklı tenkide bile tahammülü olmayanlar için, “burnundan kıl aldırmaz” tabiri kullanılır. Bunun bir de aşağıdaki gibi bir hikayesi vardır.

Zengin yaşlı bir adam bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır, İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Çare bulunmaz.

Ağrılar giderek artar. Baş ağrısının yanında gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır. Adam ağrıyı kesene servet vaat eder.

Baş ağrısından geceleri de uyuyamayan adam iyice kötüleşmiştir. Tedavi için yurtdışına da giderler, doktorlar teşhis koyamaz. Zengin adam, ne yapalım kaderimiz böyleymiş deyip çaresiz evine döner.

Bir gün, yaşlı adamın tıraşı için eski berberi çağrılır. Berber yataktan kalkamayan yaşlı adamı tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.

Berber bir an düşünür ve der ki;

-Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın. Adamın burnunu kontrol eder.

-Hah işte! Kıl dönmüş. Sorun değil ben hallederim. Deyip yaşlı adamın şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.

Ev halkı yaşlı adamın müthiş çığlığıyla odaya koşar. Berber canı çok yanmış olan yaşlı adamın elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla evden kovulur.

Ertesi sabah yaşlı adam aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.

Dönen kılın sinire değip gittikçe uzayarak dayanılmaz ıztıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan yaşlı adam, vaadini yerine getirir. Berberi çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

HERKESİ MEMNUN EDEMEZSİN

Nasreddin Hoca merhum, oğlu ile bir köye gidiyormuş. Oğlunu eşeğe bindirmiş. Bazı kimseler görüp:

-Hey gidi zamane gençleri, ağzının ilmiyle şu ihtiyar babasını yayan yürütüyor da kendisi rahat rahat eşeğe binip gidiyor, demişler.

Çocuk:

-Bak baba! sana ısrar etmedim mi? Haydi artık daha ziyade inat etme, şu eşeğe bin, demiş. Hoca eşeğe binmiş. Biraz gitmişler. Bir kaç kişi tesadüf edip:

-Ayol senin kemiğin kartlaşmış, hem işte geldin işte gidiyorsun. Bu taze fidanı bu kadar zahmete koşup da kavurmak layık mı? derler.

Hoca tutar, çocuğu da arkasına bindirir. Birkaç adım gider gitmez, bir bölük herze-vekile daha tesadüf ederler. Bunlar da bakıp:

-Amma insafsızlık ha! Bir eşekçiğe iki kişi birden biner de uzun yola gider mi? Bakın şu herife, hoca da olacak! Derler.

Hoca iyice kızıp kendi de oğlu da eşekten inerler. Önlerine katarlar. Çok geçmez bittesadüf birkaç adama rast gelirler.

-Allah Allah! Bu ne budalalık. Eşek önlerinde bomboş hoplaya sıçraya koşsun da kendileri bu sıcakta toza toprağa bulanarak kan ter içinde yayan yürüsünler. Dünyada ne şaşkın adamlar var! Dediklerini işitince Hoca oğluna dönerek demiş ki:

-İşte bak oğlum! Bu halkın dilinden kurtulabilen varsa ona aşkolsun. Ne yaparsan yap, herkesi memnun edemezsin. Sen yalnızca Allah’ı memnun etmeye bak.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*