Herkese yeniden merhaba,
Mana (anlâm) varlığın ruhu, anlamın ruhu da sevgidir.
Sevgi paylaşıldıkça çoğalan bir sermayedir.
Sevgi yaşama ışığıdır.
Acılarımızı ve sevinçlerimizi ALLAH’sız yönetemeyiz.
Bu arada Meryem suresinden bir ayet nakledeyim; “İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (19/96)
İnsan fıtratının bir gereği olarak yaşadığı gam ve kederini, ancak Allah’a dayanarak ve O’na olan bağlılığı ve teslimiyeti ile sevince dönüştürebilir, rahavete kavuşabilir. Bu aynı zamanda kâmil bir imanın da manasını ifade eder.
HZ. Hüseyin’ın şu veciz sözü de mükemmeldir. “Dil Gönlün, Gönül Ruhun, Ruh’da İnsan Hakikatının Aynasıdır.”
Gönül ve ruh hakikatiyle sadede dönelim.
Büyük kâinat kitabını okumaya devam ediyoruz.
Bu kitap öyle bir kitaptır ki, her bir harfi yüzlerce satır, herbir satırı, yüzlerce kütüphane ağırlığında manalar taşır. Her noktası ve virgülünde bile binlerce hikmet, binlerce ibret ve dersler var. En büyük marifet, bu kitabın şifrelerini çözebilmektir.
Bediüzzaman, “Eserden müessire” yani bir varlıktan, onu var edenin varlığına işaret eden deliller üzerinden akıl yürütme metodunu uygulamaktadır. Bu metotla ilgili Allah Te’ala “Allah katında canlıların en kötüsü aklını kullanmayan, hakikate karşı sağır ve dilsizlerdir.(Enfal,8/22) ifadeleriyle, bütün yükümlülüğü akla vermektedir. Görüldüğü üzere, akıl beleşinden verilen bir cevher değildır. En önemli bedeli; aklın tefekkür penceresinden bu muntazam kâinatı seyretmek ve bu nizamı vereni bilmek ve tanımaktır. Bahse konu olarak Üstad “Bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidı âyâtını (delillerini) nakşediyor ve âfak-ı âlemin (evrenın dört bir yanında) vahdaniyetin bayrağını dikiyor ve Rububiyetini ilân ediyor. O (insan) da ona mukabil; tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz’an (anlayış) ile, şehadet ile, ubudiyet (kulluk) ile mukabele eder.
İşte bu çeşit ibadetlerle ve tefekkürat (düşüncelerle) ile hakiki insan olur. Yer yüzünün emin bir halifesi olur.” (Sözler, S. 330)
Allah insanların tefekkür etmesi ve anlaması için, her eser üzerinden muntazam vahdet tecellilerini gösterir. Mühim olan bu tecelliyata ayna olup mazhar olabilmektir.
Bilgi hazinesi, bilimsel araştırmalarla ve teknolojinın de gelişmesiyle, insanin hayal gücüne de çok iş düşmekte. Aklî tefekküre, hayal gücü destek ve güç katmalıdır. Bu hususta Einstein der ki: “Yaşayabileceğimiz en güzel şey, gizemli olanı yaşamaktır; çünkü bu bilimin ve sanatın kaynağıdır. Bu duyguya yabancı olan birisi, artık merakla ve heyecanla durup hayranlık duymayan birisi, ölü gibidir. Zira o gözleri kapalı birisidir.”
Bizim yaptığımız, bulutsuz bir gündüz ortasında el feneri ile Güneşi aramaya benzer. Aslında yerde ve evrende her bir varlık, her bir yaratık, velhasıl her bir şey O’nun bir mucizesidir. K. Kerim’de, “Taptıklarınız bir araya gelseler bir tek sineği yaratamazlar.(Hac 22/73) buyuruyor. Hakikaten küçük bir yaratık olan sinekte de harika sanatlar görüyoruz. Sineklerin kanatları içindeki kanalcıklardan soluduklarını biliyor muydunuz? Şüphesiz gözleri de muhteşemdir sineklerin.
Bu akıl, fikir, iz’an ve bütun kalbî duygularla her şeyde Allah’ın izini, özünü, yüzünü, etiketini, mührünü görmek ve tanımak, bilâ şek ve şüphe mutluluk kaynağı olacaktır. Konuya dair İbrahim Hakkı ne güzel söylemiş:
“Arif ânı (O’nu) seyr eyler
Mevlâ görelım neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hep remz-u işaretler,
Hep gamz-u beşarettir,
Hep aynı inayettir.
Görelım Mevlâ neyler,
Neylerse güzel eyler.
Arif (gördüğünü bilen ve anlayan) her şeyde O’nu, yani Allah’ı seyreder durur.
Bütün kâinata ve varlıklara bu bakış açısıyla bakan ve değerlendiren bir de “Vahdet-i Vücudçuları” görüyoruz.
Vahdet-i vücud, Allah’tan başka hiç bir mevcudun olmadığını görene ve bilene mahsustur. Allah’ın her şeyle bütünleşmiş bir vücudu vardır. Yani her şeyde ismiyle ve sıfatlariyla mevcuttur. Allah dediğin zaman ve Ondan başka hiç bir mevcut olmadığı zaman, gerçek kâmil bir imana sahip olursun. Bunu da Allah nadir olarak seçkin, sevdiği kullarına, bu esrar-ı İlahiyî ve marifettüllah’ı bahşeder.
Malum olduğu üzere bu vahdet-i vücudçuların pişdarı ve piri Hallac-ı Mansur’dur. Ki, “Ene El-Hakk” dediği için, devrinin anlayışı kıt, hakikatten bihaber nadanları tarafından idam edildi. HAK Allah’ın esmasından bir isim, aynı zamanda önemli bir sıfatıdır. Bu zikri geçen sözü ile aslında kendisinin her zerresinde Allah’ı hissettiğini, gördüğünü ve Allah’la bütünleştiğini ifade etmişti.
Onun ağzından bir kaç hikmetli söz:
“Hakka olan aşk, Hakka götürür.
Bir’e olan aşk bir’e götürür.
Cömertlik denizi oldum,
Kime yalvaracağım.
Sonsuzlukta yok oldum,
Kimin adını anacağım.
İnsan bir kâinattır,
ancak kâinat’da bir insandır.
Tek tek bakarsan çok görürsün,
bütün bakarsan tek görürsün.”
HULÂSA:
Sabret ey yar!
Zulmette Rahmet var.
Vuslatın kiymeti olmazdı, iyi ki HASRET var…
Tökezlersen eğer kaldır ellerini,
Rahman ve Rahim olan ALLAH var.
Hüznüme DUA sürdüm göz yaşlarıma ilaç,
Aşkın ateşinden gönül harap, takdir senindir ya RABB
Dr. Mehmet AKSOY.
Benzer konuda makaleler:
- Asâ-yı Mûsâ üzerine
- Toplu iğnenin başı kâinata göre nedir?
- Vahdetü´l-Vücud ve Vahdetü´ş-Şuhud meslekleri
- İttihad-ı İslâm: Önce iman ve ibadet birliği (2)
- İbret gözüyle bakmak
- Vahdetü´l-Vücud mesleği üzerine
- Allah´ın yaratması üzerine bir hikmet arayışı
- Âyetü’l-Kübrâ, vahdet ve tevhide kâinatı şahit gösteriyor
- Sevgi nedir?
- Zevale mahkum olan bir şey İlah olamaz
İlk yorum yapan olun