Keçe külâhlı dadaşlarla Bediüzzaman’ı ağırlıyoruz

1976 yılında Batman’da Yeni Asya ile tanıştığımda bizlerden hayli büyük, “Vezrine Köyünden” değerli ağabeyim, can dostumuz Hüseyin Şeker, san’at okulundan arkadaşı Aziz Kovan’a “Yahu ‘keçeli’, hava soğuk; bir çay içelim öyle gidelim!” deyişinde “keçeli” kelimesi bana çok garip gelmişti.

O zaman ortaokul talebesi olduğum için mânâsını pek anlayamamıştım. Sonradan sorarak öğrendim, ama asıl mânâsını 1988 yılında Göle’de çalışırken, Erzurum’a kurs için bir haftalık ziyaretim esnasında uygulamalı olarak çok iyi anladım.

Madem öğrendim, azıcık anlatayım. Birinci Cihan Harbi döneminde Üstadın talebelerinin başında keçeden külâhlar vardı. Bu keçe, soğuk havalarda başı iyi korurdu. Onun için de bunlar aralarında birbirlerine “keçeli” derlerdi. Ermeni çetelerinin sivil halka yaptığı zulümleri durdurmak için giden Üstad’ın bu talebelerinden Ermeni çeteleri çok korkar ve “Kırmızı keçe külâhlılar geliyor” diyerek o bölgede zulüm yapmaya cesaret edemez, dağlık bölgelere çekilirlerdi. Bu sayede birçok köy ve mezra Ermeni işgaline uğramaktan kurtulmuş oluyordu.

Doğu Anadolu’nun soğuk ve sert ikliminde “keçe” o kadar mânâlar ifade eder ki; dışarıdaki soğukluk yüreklerde sıcaklık şeklinde makes bularak, insanların yüzüne tebessüm olarak yansır.

İşte doksan beş-doksan altı yıl önce bu “keçeliler” Üstada böyle talebe iken, bugün onların hayattaki çocukları ve torunları, “Keçe Külâhlı Dadaşlar Diyarı Erzurum”da heyecan ve şevkle “Bediüzzaman Tırını” beklemektedirler.

Doğrusu ben onlardan daha heyecanlıyım. Çünkü 6 Ağustos 2010 İstanbul’da “Bediüzzaman Tırı” için yapılan toplantıda “Erzurum’dan Kahramanmaraş’a kadar”, yani Doğu ve Güneydoğu’da-–bildiğim bu bölgeler için—eşlik edecektim. Ama 24 Eylül 2010 tarihinde sağ ayak bileğimde meydana gelen “ufak kırık”tan dolayı alçıya alınması dolayısıyla bu plana fiilî olarak iştirak edemedim. Buna rağmen, bu yerlerdeki ağabeylerimin şevk ve heyecanlarının tesellisi, beni onlarla beraber ruhen seyahat ettiriyor. Onun için, ben de hayalen onları takip etmeye çalışacağım.

Erzurum’da “Bediüzzaman Tırı”nı karşılarken “Atatürk Üniversitesi”nin önünden geçirip, “İstanbul Kapı”dan şehre giriş yaptırarak izin alınan bölgeye götürecektik. Çünkü Erzurum’da “İstanbul Kapı” benim için çok şey ifade ediyor. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul-Erzurum arasında bin beş yüz km’ye yakın mesafe olduğu ve burası bir hayli şehir merkezi bulunduğu halde; Erzurumlular buraya “İstanbul Kapı” demişler. Çünkü İstanbul ile aralarındaki “gönül bağını” böyle kurmuşlar. Kim bilir belki de asırlar sonra İstanbul’dan gelecek “Bediüzzaman Tırı”nı o zamanlarda görür gibi davranarak ona hazırlık yapmak için “İstanbul Kapı” demişlerdir. Onun için onların bu mânâ dolu duygularına eşlik ederek “İstanbul Kapıyı” es geçmeyecek idik.

Bugün Erzurum’da bu duygu ile “Bediüzzaman Tırı” karşılanacak. Palandöken Dağı’ndan şehre doğru esen rüzgâr tatlı bir meltemi andıracak. Bediüzzaman Hazretleri Havuz başından ilerleyip Cumhuriyet Caddesi’nden yukarıya doğru çıkarak vakit namazını Ulu Cami’de kılacak, Yakutiye ve Çift Minareli Medreselerde “ders arkadaşları”nın hâl hatırını soracak, müderris ve ulemalarının “tatlı sohbetlerine” eşlik edip, sorulacak suâllere cevap verdikten sonra, kendisi suâl sormadan “çırpıntı yapmayan” kırtlama çaylarını içtikten sonra, Gürcü Kapı’da ahaliye hitap edecek:

“Enbiyânın ekseri Şark’ta ve hükemanın ağlebi Garb’da gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil” diyerek geçen tarihî hadiselerle ve şehrin her köşesinde bu ifadelerin mührü olan mekânları şahit göstererek ispat ettikten sonra, Kongre Caddesi’ne uğrayacak, 23 Haziran 1919’da Erzurum’da toplanan “Erzurum İl Kongre Üyelerine” ve bir ay sonra kapsamlı kongre için toplanan “Vilayet-i Sitte” üyelerine, İstanbul’da İngilizlere karşı verdiği mücadeleyi izahta bulunacak; İstanbul’un İngilizlerce işgali zamanında dağıttığı “Hutuvat-ı Sitte”yi takdim edecek ve “Tükürün İngilizlerin o hayâsız yüzüne!” hitabını kullandığını ifade ettikten sonra, onlara “tebriklerini” bildirerek Kars Kapı’ya doğru yürüyecek.

Aziziye Tabyalarında Cihan Harbi’ndeki “kahraman arkadaşlarının” ahvâlini soracak. Dünyanın dört bir yanından onlara getirdiği müjdeyi söyleyip, Abdurrahman Gazi Hazretlerine selâm verecek, Yasin-i Şerif okuduktan sonra, Nene Hatunların ruhlarına ithaf ederek Kars Kapı mevkiinden Horasan erlerine doğru yola devam edecektir. Nene Hatu’nun torunları bacılarımın da “Seyda başüstüne geldin! Yolun açık olsun” nidaları arasında… Çünkü “Seydanın” ayrılık vakti gelmiştir; gönüllerde gelmenin sevinci ve ayrılığın hüznü hâkim olmuştur Erzurum’da.

Daha doğuya, Ararat Dağına doğru… “Dünyanın her tarafına dağılan parçaların” bazı tanelerini göstermeye gidecek “Bediüzzaman Tırı”, Erzurum’da Dadaşların gözlerinden kaybolurken; Hasankale, Horasan, Kağızman, Iğdır, Doğu Beyazıt, Ağrı ve Van’lıların heyecanlı bekleyen gönüllerine doğru hızla ilerleyecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*