Kişinin kendisine verdiği bir ceza: Gıybet

alt

Gıybet, âlimin de cahilinde hemen hemen her kültür seviyesinin müptelâ olduğu şeytanî bir fiildir. Gıybetin tarifini Resulullah (asm) şöyle yapmıştır: “Birinizin kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır.”

Toplumdaki sadakat, vefa, kardeşlik bağlarını hedef alan bu alçakça silâhın tahrip ediciliği uzun vadede hissedilir. Zaman zaman tenkit elbisesi giyer, nefsî bir rahatlama hissi verir, zaman zaman “İstişare ediyorum” aldatmacasıyla kendini gösterir, bazen de “Görsem yüzüne de söylerim” yüzsüzlüğünü takınır. “Onun için üzülüyorum, onun iyi olmasını istediğim için konuşuyorum” gibi türlü türlü kılıflar giyer ve insanların dilinde kolayca söyleniverir. Bundan dolayı gıybete düşüldüğünün farkına bile varılmadan gıybet yapılır.

Gıybet, aslında kişinin kendisine verdiği bir cezadır. Zira kişi gıybet ettiği zaman pozitif enerjisini, şevk, gayret, himmet ve sevaplarını gıybet ettiği kişinin hanesine akıtır. Yani kişi, nice gayretlerle zamanını, yıllarını harcayarak elde ettiği manevî kazanımlarını dedikodusunu yaptığı insana bağışlar. Ve insan, birdenbire manevî bir boşalma yaşar ki, yaptığı bu menfur işten dolayı hızla manevî âlemine negatiflikler, ümitsizlik, şevksizlik, kirli bakış açısı, kötülük arzusu vs. akmaya başlar.

İnsanı gıybete götüren yolların en başında gıybet yapan kişinin enaniyet ve nefisperestlik sâikiyle karşısındaki insanı aşağılamak ve küçümsemek vardır.

Gıybet, önce kendisini suizanla besler. Bundan başka gıybete götüren diğer bir yol ise, insanların hallerini tecessüs etmek, kusurlarını araştırmaktır. Hucurat Sûresi, 12. âyette, önce suizan sonra tecessüs sonra da gıybet haram kılınmıştır.

Aslında kişi gıybetle, kendi nefsini terbiyeden aciz olduğu zaman, başkalarını terbiye etmeye kalkar. Bu nefsinden yana acizliğinin bir itirafıdır. Mevlânâ şöyle der: “Ben kötü isem kötülüğümle giderim. Kendim yaptığımın neticesi ile karşılaşacağım. Ben iyi isem, benim iyiliğimin sana bir faydası yok. Sen kendin için ne yapmadasın?”

Evet, insan, gıybet ve suizanla aslında kendini aldatmakta ve nefsine zulmetmektedir. Bu yüzden insanın kendine verdiği zararı dışarıdan hiç kimse veremez.

GIYBETTEN KORUNMAK İÇİN NE YAPMAK LÂZIMDIR?

Gıybetten korunmak için her şeyden önce çok uyanık bir kalp lâzımdır. Zira şeytan gıybeti türlü türlü kılıflarla meşrûlaştırarak yaklaşabilir. Kişi, bunun farkına bile varmadan, ağzından bir çırpıda gıybet sözleri çıkabilir. Bunun için Sokrates’in, anlatılanlara muhatap olurken kullandığı ‘dinleme formülü’nü kullanmak çok önemlidir.

Bu formül şöyledir, Sokrates, filozoflardan birine rastlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçer.
– Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?
Sokrates:
– Dur, bekle. Söyleyeceklerini küçük bir testten geçtikten sonra söyle.
Sokrates:
– Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tamamen doğru olduğundan emin misin?
Arkadaşı:
– Hayır, aslında ben bunu bir başkasından duydum. Sokrates, ikinci sorusunu sorar:
– Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey, iyi bir şey mi?
Arkadaşı:
– Hayır, tam tersi.
Sokrates, üçüncü soruyu sorar:
– Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey işime yarar mı?
Arkadaşı:
– Hayır, der.
Sokrates:
– Öyleyse; bana söyleyeceğin şey doğru değil, iyi değil ve benim işime yaramayacaksa, o zaman niye söylüyorsun?
***
O zaman, durum onu gösteriyor ki, başkaları hakkında bize konuşan muhatabımızı, bu üç sorunun cevabını alarak dinlemeli.

Gıybet ortamları Allah’ın razı olmadığı ortamlardır. Bu yüzden insan kendisi yapmasa dahi, dinlediği zaman mesul olabileceğinden o ortamı önce düzeltmeye çalışmalı, düzeltemiyorsa, ortamı terk etmelidir.

“Çirkin ve fena sözlerle karşılaştıklarında izzet ve şereflerini muhafaza ederek, oradan çekip giderler” (Furkan Sûresi: 72) düsturu ile hareket etmek gerekir.

Hâsılı, gıybetten korunmak için öncelikle hüsnüzan esas olmalıdır. Hüsnüzan ise, hüsn-ü ahlâkın bir sonucudur. İnsan, Allah’ın Settar ismiyle ahlâklanmalı ve mü’min kardeşinin ayıplarını ortaya dökmeyi bırakın, kardeşinin hakkını gıyabında korumak gibi yüksek bir değerle ahlâklanmalıdır.

Gıybet eden kimse, ciddî bir kul hakkına girdiği için öncelikle tövbe etmesi; sonra da gıybet ettiği kişi ile helâlleşmesi gerekir. Helâlleşirken de kişiye, yapılan konuşmaları olduğu gibi anlatmalıdır.

Gıybeti dinleyerek ortak olmuşsa da, “Allah’ım beni ve gıybet ettiğim kişiyi bağışla!” diye duâ edip, onunla helâlleşmesi gerekir.

Kişinin, her an Allah’ın huzurunda ve hesap vereceği şuurunda olması ve bu şuuru ihsas ettirecek ve devam ettirecek manevî beslenme kaynaklarından uzak durmaması, gıybet hastalığından korunması için bir gerekliliktir.

Kişinin kendini malayaniyattan uzak tutması ve malayani şeylerin zemini olabilecek ortamlara gitmemesi bir diğer atılması gereken adımdır. Bunun için de kişinin hep gündemli yaşaması, hep hayır üzere konuşma prensibini kazanması şarttır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*