Kur’ân’da âyetler mütalâa edilirken zikredilen kıssalar, tarihî hadiseler, sadece nebilerin arasındaki veya hayatındaki vakıalar olarak okunursa, nâkıs kalır, alınması gereken ders eksik olur.
Esasen bu ifadeyi de biraz aşarak şöyle demek daha münasip olsa gerek: Kıssalara kendimizi dâhil etmez isek alınan ders kâmil manâda olmaz. O zaman, hayali git/gellerimizle kendimizi sürekli sorgulamalıyız. Onların yanında hayalen bulunarak o andaki duygu ve davranışımızı tahmin ile tayin ederek, sonra bugüne dönüp ve sorgulayalım, ders çıkaralım ve nihâyet donanımlıymış gibi duralım!
Var mısınız bu işe? Bu soruya kendim olumlu cevap verebilseydim bu kadar sualleri kolayca soramaz ve teklifleri yapamazdım, bunun farkındayım. Ama anlatmak istediğim bir şey var burada. Tekrarlanan zamandan ders almayarak nisyana mahkûm olan beşer, alsa da hemen unutuveriyor. Sonra da kalkıyor bencileyin muhatabına ders veriyor. Kaldı ki kendisi himmete muhtaç dede, kime nasıl himmet ede?
Gerçekten ne durumdayız?
Soralım kendimize:
Şeytanın aldatma turlarında Âdem (as) ile Hz. Havva’nın yanında olsa idik bizim davranışımız ne olurdu? Bugün ne durumdayız?
Firavun’a, Hakk’ı tebliğe giden Hz. Musa’nın (as) yanında olsa idik, onun gibi cesaret ve vakarla yaptığı tebliğine yardımcı olabilir miydik? Bugünkü tebliğimizin kalitesi ne durumda?
Züleyha’nın teklifine karşılık, Allah’ın “yaklaşma” emrini yerine getiren Hz. Yusuf’un (as) ihlâsını, günahları terk etmeyen hallerimizle nasıl anlayabiliriz?
Zina için izin isteyene köpüren Hz. Ömer’in (ra) tepkisine karşılık şefkatle o genci ikna eden Resul-i Ekrem’in (asm) merhametini müşahede ederken, kaçamak göz zinalarımıza ne diyeceğiz?
Cebbar kumandanlara nefsini karıştırmadan İslâm’ın izzetini davranışlarıyla sergileyen Üstadın, yaşadığı zamanda dünyaya gelerek yakın talebesi olmayı çok isterken, bugün İslâm’ın izzetine yapılan saldırılarda ilmen ve fikren ve gerekirse bedenen tepkimizi verebildik mi?
Ramazan-ı Şerifte; “üşüme üşüme” diyerek yorganını örtmek isteyen sarhoşa Üstad Bediüzzaman’ın kızmadan, merhametle muamelesine mukabil ağlayarak tövbe eden o sarhoşun hidâyetini gördükten sonra, bu tebliğ numunesinden dersimizi almışçasına bugün günaha dalmış insanlara yaklaşımımızı sorguladık mı?
Üstadın vefatının ardından farklı başların çıktığı zamanlarda Zübeyir Ağabeyin meşveret dâvetine icabet eder miydik? Sonraki dönemde cazibedar veya tehditkâr fitnelerin karşısında yine meşvereti esas alarak ittifaka, tesanüte dayanır mıydık?
Maksadımız kimseyi karamsarlığa ve ümitsizliğe sürüklemek değildir! Evet, kusurlarımız ne kadar olursa olsun, devam eden hayattan yine ders çıkarırken önce nefsimize ve sonra en yakınlarımızdan başlayarak muhataplarımıza yine hakkı anlatacağız. İşlenen kusur ve günahın farkına varıldığında tövbe ederek bir daha işlenmemesine samimî duâ ve gayret edeceğiz. Kavgada yıkılan değil, yediği darbelerle ders alarak ayakta duran kişi, hâdisenin üstesinden gelir.
Okunan tarihî hadiseyi, yaşadığımız zamandan, oturduğumuz yerden, bulunduğumuz imkânlarla kıyaslamak yanlış olduğu gibi, günlük hayatımıza ders çıkarmadan yapılan değerlendirme de eksik olur, hikmetsiz olur. Dersi başkasına değil evvela kendimize çıkarmalıyız, vesselâm.
İlk yorum yapan olun