Ehline anlayışsızlık

Bizim tüm derdimiz kendimize galiba. Kendimize olan bu hoyratlığımız beni derin derin düşüncelere atıyor.

Dışarıda gayet kibar, zarif, nazik, saygılı olan beyefendinin/ hanımefendinin evine gelince, en yakını olan aile efradına kabalaşması, çirkinleşmesi, en küçük bir merhamet, vicdan, anlayış damlasını esirgemesi sizlerin de dikkatini çekmiştir. Nedendir acaba? Bunlar elimin altında nasıl olsa, ben ne yaparsam yapayım gidecek yerleri yok, elleri mahkûm’culuktan mıdır? Yoksa aslında zaten kaba ve anlayışsız biridir de, dışarıya taktığı hep yalan maskesi midir? Bütün kibar olma halleri, hasletleri dışarıda kullanılmıştır da ev halkına mı bir şey kalmamıştır? O kadar okunan hakikatler, sevap-günah kavramları nedense evdekinde geçerli değilmiş gibi oluverir bir anda. Halbuki en fazla evdeki eşimize, hayat arkadaşımıza, çocuklarımıza hakkımız geçiyorken, sevgi saygı olarak en fazla onların üstüne titrememiz gerekiyorken, en fazla iyelimizin hakkını gözetmeliyken… Neden?

Geçen bir haber okudum. Bir şehrimize İskoç taraftarlar gelmiş, bir futbol müsabakası için. İskoç amca da “Ben o kadar yere gittim böyle bir şey görmedim. Esnaf yediğimizden içtiğimizden bile çoğu yerde para almadı. Hoşgörü, sevgi, saygı ve en önemlisi insanlık.. Ne ararsanız bu şehirde var” demiş. Gayri ihtiyari ağzımdan döküldü. Bizim kendimizle ne alıp veremediğimiz var diye. Niye kendi kendimizi -ondan, bundan sebep- kırıp geçirirken, dışarıdan gelene bu kadar saygılı davranıyoruz? Hani içimizde sevgi, merhamet olmasa, dışarıdakine de çıkmaz, içerdekine de. Ama taa dünyanın öbür ucundan gelene çıkıyor, aile efradımıza, kendi insanımıza çıkmıyorsa o vicdan, orda durup bir düşünmek lazım. Niye?

Ehlimiz olarak gördüysek artık, bir özensizlik başlıyor. Fark etmeme, üstünde durmama, bütün çöpünü, derdini, sıkıntını atıyorsun temizliyor ya nasıl olsa… Bana mahkûm ya… Çantamda keklik ya… ‘Ben im’leştirdiğimiz her şeye, her kimseye yaklaşımımız maalesef ziyadesiyle özensizlik üzerine kurulu. Ve bunun örnekleri o kadar çok ki… Belki taa en başa gitmeli. Kendimize verdiğimiz değere… Kendimize layık görmediğimiz değere mi demeliyim ya da. Ben değerli değilim, benim en yakınımda olan ailem de değerli değil. Çünkü benim gibi bir değersize katlandıklarına, yanımda durduklarına göre, onlar da değerli değil. O zaman ben kendime nasıl davranıyorsam, onlara da öyle davranmalıyım diye mi düşünüyoruz alt yapımızda? Dışardaki yanımda değil. Kırkta bir görüştüğüm, belki bir daha hiç görüşmeyeceğim birisi. Benim yanımda değilse -benim gibi değersiz birinin- demek ki değerli. Kendinin değerinin farkında ki, benim yanımda değil… Bu mudur gerçekten? Böyle mi düşünülür? Aslında yanımızdakilere verdiğimiz değer, kendimize verdiğimiz değerin fotoğrafıdır. Hiç eğmeden bükmeden, maskesiz fotoğrafıdır hem de.

Bu çark bir yerde durmalı. En başta kendimize, çevremize saygılı olmayı bir yerden başlatmalıyız. Dışarıdakine saygılıyız, kibarız, harikayız, mükemmeliz amenna. Ama içerdeki de, içimizdeki de bu saygıyı, sevgiyi, güzel söz duymayı, takdir edilmeyi hak ediyor. Hatta diğerinden daha çok hak ediyor. Kimse çantada keklik değil. Gitse, bıraksa rahat rahat gidebilir bir insan, sizin yanınızda kalmayı tercih ediyorsa, en başta saygı ve sevgi olmak üzere herkes üzerine düşeni yapmak zorunda. Özen gösterilmeyen birliktelikler, bir gün sessiz sedasız çöker.

En başta içimize, kendimize saygı, daha sonra en yakınımızdakine… O yüzden Allah ehlinizi gözetin buyurmuyor mu?

Havva KÜÇÜK KONUR

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*