Küçük Sözler’i anlayarak okuyan, iman meselesini halleder

Her Müslümanın yapmakla sorumlu şeyler var. İslâmî kaynaklarda bunlar anlatır ve en sonunda denilir ki “Bir Müslüman bunları yaparsa inşallah kurtulur.” Hoca olsun, âlim olsun, cahil olsun; “La ilahe illallah” kelime-i tevhidini söyleyip samimî olarak Müslüman olan herkesin yapması gereken şeylerdir bunlar.

 

Öncelikle görünmeyen ve görünen bütün günahlardan sakınmak gerekir. Müslüman, haramlardan kaçınacak. İmam-ı Gazali, “Haramlar dini helâk eden zehirdir” der. Bediüzzaman Hazretleri de daha açık bir ifadeyle “Haram zevkler ve lezzetler, zehirli bal gibidir. Baştan çok tatlı gelir, ama yediğin zaman ölürsün” diye anlatır.
Ben Muğla’da müftülük yaparken bir şoförüm vardı. Bir gün dedi ki, “Müftü efendi. Bütün vaizler ‘takva’dan bahsediyor. Bu ‘takva’ nerede satılır, gidip alalım!” Bakınız, insanlarımız dini noktada bu kadar cahil bırakılmış.
Resulullah Efendimiz buyurur ki, “Takva gönüldedir, kalptedir.” Kalp bozuk oldu mu çare yok. İsra Sûresinde Allah’ımız, “Allah sizin gönlünüzde olan her şeyi en iyi bilendir” diye buyurur. Herkesi kandırabiliriz, ama Allah’ı kandıramayız. Onun için günahlardan sakınalım.
Bakın, Bediüzzaman Hazretleri Mesnevî-i Nuriye’de der ki, “Samimiyet olmadan kurtuluş yok.” Allah’a karşı samimî olmalıyız. İnsan, yaptığı amellerine de güvenmemeli. Korku ve ümit arasında olur Müslüman. “Ya Rabbi! Rahmetini umarız, ama azabından da korkarız” demek lâzım.
Hz. Ömer, cennetle müjdelenen sahabilerdendi. Resulullah Efendimiz (asm), Huzeyfe Hazretlerine münafıkların listesini verince, Hz. Ömer, Peygamberimizin (asm) vefatından sonra; “Ya Huzeyfe. O listede Ömer de var mı?” diye sorarmış. Halbuki, hayattayken cennetle müjdelenmişti. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, “Cenâb-ı Hakkın azabından ancak kâfirler emin olur.”
Veli olup da imanını kaybedenler olmuş. Kur’ân-ı Kerim’de bu anlatılır. Emin olmak da yok, ümit kesmek de.
Üstad Bediüzzaman’ın duâlarını okuyor muyuz? Lem’alar’da, Mesnevî-i Nuriye’de… Onları sırf tevazu olsun diye yapmamış, yazmamış ki. Üstad, onlara inandığı için yazmış.
Resulullah Efendimiz de günde 70 defa tövbe istiğfar ederdi. Bir taraftan bize örnek olmak için bunu yapıyor, ama öte yandan da Peygamberimiz (asm) ciddî olarak buna inanıyor, tevbe ediyor, af diliyor. Sabahlara kadar secdeye kapanıp ağladığı da olmuştur.
Bütün velilerin bir prensibi var. Derler ki, “Süslemeden önce temizlik yapacaksın.” Yani, biz günahları terk etmeden sadece zikirle bizim kalbimiz süslenmez. Önce günahları bırakacağız. Bu zamanda en büyük tehlike günahlardır. Çağdaşlık adına, ilericilik adına bir günah ortamı oluşturulmuş durumda. TV’lerde konuşanları görüyorsunuz. “Alkollü içki içmeyen laik olamaz, çağdaş olamaz” diyorlar. Onlara göre ilericilik, günahları işlemektir. Böyle bir ortamda Bediüzzaman Hazretleri “Zaman gösterdi ki, cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzümsuz değil” demiştir.
Biz Cennet ve Cemalullaha talibiz. Bundan büyük nimet olur mu? Dünyayı dolaş, Türkiye’den oralara giden insanları görürsün. “Niçin geldin buralara?” denilince de, “Eh, ekmek parası için” derler. Bakın, üç günlük dünya için vatanını terk ediyor, uzaklara gidiyor. Demek ki zahmetsiz rahmet olmuyor. Biz ebedî cenneti istiyoruz, cemalullahı istiyoruz. O halde buna hazırlık yapmak gerekir.
Ölüm her an gelebilir. Cenâb-ı Hak buyurur ki, “Onlar ölümü uzak görürler, halbuki biz onu yakın görürüz.” Evet ölüm her an gelebilir. Birisi dedi ki, “Hocam insan hayata pamuk ipliğiyle bağlı.” Öteki itiraz etti: “Hayır, pamuk ipliği de olsa bir ipliktir. Gerçekte insan, hayata köpük ile bağlıdır. Bir anda söküp gider.”
Dünyaya aldanmayalım. Efendimiz buyurur ki, “Allah, Adem aleyhisselâmdan kıyamete kadar Deccal’den daha büyük bir hadise yaratmamıştır.” Böyle bir devirdeyiz. Bu Müslim’de yer alan sahih bir hadistir. Müslümanlar için en tehlikeli zaman Deccal zamanıdır. İslâm tarihinde Müslümanların bu kadar günahlara daldığı başka bir devir yaşanmamıştır. Böyle korkunç bir devirdeyiz. Bu zamanda iyi çevre edinmeyen Müslüman tehlikededir, kendini koruyamaz. Hiç farkına varmadan ‘yol’dan çıkabilir.
Hani Üstad misal veriyor diyor ki, namaz kılan birisi kendisini tutamaz ve yellenir. Ona senin namazın bozuldu, abdest al, yeniden namazını kıl denir. O da benim kalbim temiz cevabını verir. Ne kadar yanlış bir cevap değil mi? İnsanoğlu farkına varmadan imanını kaybeder, öyle tehlikeli bir asırda yaşıyoruz. Hiç olmazsa kebair dediğimiz büyük günahları terk edelim.
İmansızlıktan sonra en büyük günah, namazsızlıktır. Bakın geçtiğimiz günlerde ‘Hür Adam’ filmi tartışıldı. Bediüzzaman Hazretleri ne diyor? “Kâinatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır” diyor. Peygamberimiz de “Namaz dinin direğidir” diyor. Namazını kılmayan dinini yıkar. Bundan büyük günah olmaz. Onun için namazımızı kılalım. Bir de namazımızı tadil-i erkân ile kılalım. Sağlam Müslümanların birinci alâmeti, namazlarını huşu ile kılmaktır. Kâinatı yaratan Allah’ın huzurunda huşu ile namaz kılalım. Tefekkür ile namaz kılalım.
Müslümanın ikinci vazifesi, farzları yapacağız, vacipleri yapacağız. Meselâ teheccüd namazını terk etmeyenler var. Elbette takdire şayan. Ama teheccüd sünnettir. Kılarsan ne iyi. Ama farzları kılmayan kişiye teheccüd kıl denilmez, bir mânâsı olmaz.
Farzlar hava gibidir, su gibidir. Olmazsa olmaz. Sünnetleri de yapabildiğin kadar yap. Geçen gün bir süt satıcısı geldi kapımıza. “Namaz kılabiliyor musun?” diye sordum. “Kılabildiğim kadar kılıyorum” dedi. Farzlar için “kılabildiğim kadar” olmaz. Allah, kaldıramayacağımız yükü bize yüklememiştir. Bu sözde böyle bir anlam var. Haşa, Allah fazla vazife mi verdi ki yapabildiğin kadarını yapıyorsun? Farzları, vacipleri yapacağız. Hem de şartlarına uygun olarak yapacağız. Kendi bildiğimiz gibi değil. Bu, günahlardan tahliye ve temizlenmedir.
Sonra da kalbimizi ibadetlerle süsleyeceğiz. Günahlardan temizlenmeyen bir kalp, ibadetlerle süslenemez. Onun için Bediüzzaman Hazretleri de eserlerinde buna işaret eder.
Bediüzzaman deyip geçmeyin. Ben 35 yıldan beri müftü ve vaizlere ders veriyorum. Şu an Pendik’te hizmet veren Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi’nde tefsir dersleri okutuyorum. Bunları bilerek söylüyorum. Zamanımızın en büyük mürşidi, en büyük âlimi Bediüzzaman Hazretleridir ve görevlidir bu. Yani bizim gibi sıradan bir hoca değildir.
Büyük bir veliyullah vardı Erzincan’da. Ona bir gün dedim ki; “Bediüzzaman Hazretleri hakkındaki kanaatin nedir?” Paşa Baba derlerdi ona oralarda, Nakşi meşayihindendi, büyük veli. Dedi ki, “Bediüzzaman Hazretleri memur-u İlâhidir.” Hakikaten o, felâket ve helâket asrının adamıydı.
Bediüzzaman diyor ki, “Hayatın zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz.”
Bakın, bütün insanlık zevk peşinde. Ama bu zevke ulaşamıyor. Gönül huzurunu haram zevklerde arayanlar bulamıyor. Avrupa buna en güzel örnek. Her türlü maddî imkânları var, ama huzur yok. En fazla intihar meyli onlardadır. Görev icabı Avrupa’ya gittiğimde görüyorum; bilhassa gençlerde intihar meyli çok fazla. Stresim var, bunalımdayım diyenler çok. “Hocam ölümden çok korkuyorum, bunalımdayım” diyorlar. Ölümden korkuyorsan, gerekeni yapacaksın. Onlar hem haram zevklerin peşinde koşuyorlar, hem de huzur arıyorlar. Mümkün değil.
İmanın girmediği hayatta hayat yok. Onlar ölü demektir. Yasin Sûresinde, böylelerden ‘ölü’ diye bahsediyor. Üstad Bediüzzaman da onlar için “Mezar-ı müteharrik bedbahtlar” diyor. Hareket halindeki cenazeler gibi…
Hollanda İslâm Üniversitesinde ders okuturken, üniversitenin hemen yanında huzurevi vardı. Orada çalışan imanlı doktorlar bir gün bana dedi ki, “Hocam, bazı hastalarımız var, 90 yaşında. Ölüm iğnesi yapmamızı istiyor. Bu günah mıdır?” Ben de sordum: “Bunu isteyenler fakir mi?” Hayır dediler, her türlü maddî imkâna sahip. Bakın, dünya nimetlerine sahip, ama bunalımda. Niçin? İnanç yok. Hayatları, iman ile hayatlanmamış, farzlar ile zinetlenmemiş… Allah sevgisi ve korkusu olmayan gönüllerde huzur olmaz. İnsanlık bugün bu belâyı yaşıyor.
Her Müslümanın yapması gereken başka bir vazife de, haram lokmadan kaçmaktır. Haram lokma yemeyeceğiz ve çocuklarımıza da yedirmeyeceğiz.
Efendimiz buyurur ki, “Bir adam düşünün, uzun bir yolculuktan gelmiş. Allah’a yalvarıyor, duâ ediyor. Gördüğün zaman dersin ki ‘Bunun duâsı kabul olur.’ Ama bu adamın yediği haram, içtiği haram ve giydiği haram. Haramla vücudunu beslemiş. Allah bunun duâsını kabul etmez.”
Haram lokmadan çok kaçınalım. Hani şimdi bir lâf var ki, “Haram helâl ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım.” Kapitalist sistemin anlayışı bu. Çok yanlış bir anlayış. Bu imansızların, inançsızların dünyasıdır. Müslümanın dünyasında haram olmamalı. Buna çok önem verelim. Anneler babalar mutlu değil. Niye? Rızıklara haram bulaşmıştır da ondan. Haram lokma ile beslenen, asi olur.
Müslüman, gayr-i müslim bütün insanlık dünyada aile hayatının bitmekte olduğundan şikâyetçi. Avrupa’da zaten bitmiş. Aile hayatı tehlikede, çünkü İslâmî terbiye verilmiyor. Hadi onlar Hıristiyan, Müslümanlara ne oluyor?
Bediüzzaman ne diyor? “Karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona takılmış. Bu müthiş yangın karşısında bu hadise bir mânâ ifade eder mi? Dar görüşler, dar düşünceler!”
Bütün insanların çocuğunu, kendi evlâdı gibi görüyor. Onun için Peygamberimiz (asm), “Müslümanın kederiyle kederlenmeyen Müslüman değildir.” Müslüman ‘neme lâzım’ diyemez. Onun için Mehmet Âkif de, “Kanayan bir yara gördüm mü aldırma da geç diyemem” demiş. Kanayan yara… En büyük yara imansızlık yarasıdır. Bunların karşısında duygusuz kalmak, imanla bağdaşmaz. Bu zamanda sahabe gibi yaşayanlar da var. Onun için iyilerle beraber olmak lâzım. Cemaat çok önemli. Efendimiz, cemaatten kopmayın demiştir.
Çevre çok önemli. İyi kişilerle arkadaşlık etmek lâzım. Bu sosyolojik bir gerçektir. Hadiste, “Anasından doğan her çocuk İslâm fıtratı üzerinedir. Sonra ailesi, ya da çevresi onu Hıristiyan ya da Yahudi yapar” denilmiştir. Onun için çocuklarımıza helâl lokma yedirelim, iyi çevre edinmesini sağlamaya çalışalım.
Bizim zamanımızdan bu zamana hem kötülükler gelişmiştir, hem de iyilikler artmıştır. Müslümanın yapması gereken başka bir vazife de, Müslüman olsun veya olmasın hiç kimseye zulmetmeyeceğiz. Müslüman zalim olamaz. En büyük zulüm, bir insanın kötü yola gitmesine sebebiyet vermektir. Kur’ân yolundan çıkmasına sebep olmaktır. Onun için Kur’ân’da, “En büyük zulüm Allah’ı tanımamaktır” buyurulur.
En büyük iyilik, bataklığa düşen bir insanı tutup çıkarmaktır, hidayetine vesile olmaktır. Kul hakkı yemeyeceğiz.
Bu saymış olduğum esasların yaşandığı dönemlere bakın. Bunu hatırlatırken ben bile şaşırıyorum. Düşünün ki, ecdadımız camilerin yakınına ‘sadaka taşı’ koymuş, fakirler o taşlara bırakılan sadakalarda ihtiyacı kadar almış. Bugünkü durumla o günü bir kıyaslayın. Bu insanlar nasıl bu kadar bozuldu?
Zaman sür’atle ilerliyor. Yaşımız ilerledi, ama sorulsa kendimizi çocuk gibi hissediyoruz. En büyük makam ‘rıza’ makamıdır. Bütün dünya küsse, yaptığından Allah razı ise gam yeme. Bütün dünya seni alkışlasa, ama Allah razı değilse ne fayda? Kuvvetler, kudretler kabre, peşimize gelmiyor. Orada amelimizle baş başa kalacağız. Zamanımız çok kısa, her şeyi yapmaya yetmiyor.
Gençlere tavsiyem: Her gün mutlaka hiç değilse bir iki sayfa Kur’ân-ı Kerim okuyalım. Maalesef, bu ihmal ediliyor. En sofu olanlar bile, “Ben Ramazan’da iki defa hatmettim” diyor. Sonra? Her gün okumalıyız. Cenâb-ı Allah, “Biz Kur’ân’ı anlayasınız diye indirdik” diyor. Allah’a şükür, imkânlar çok. Okuyamıyorum, anlayamıyorum demek mümkün değil. Kur’ân, günde 2 sayfa okunsa, bir yılda hatmedilir. İlmihal bilgisi de öğrenilmeli. Bilhassa kadınlar da bunu öğrenmeli. Kadınlar, kadınlarla ilgili ilmihal bilgilerini erkek hocalara sormalarına gerek yok, kitaplardan okusun ve öğrensinler.
Resulullah’ın hayatından bir örnek vereceğim. Peygamberimizin (asm) peygamberlik müddeti 23 sene. Bunun 13 senesi Mekke’de, 10 senesi Medine’de. Mekke’de inen âyetlerde hüküm âyetleri yok. Dikkat edin, Mekke’de 13 sene… Bir namaz istisna edilir ki o da Mi’rac Gecesinde farz kılınmıştır. Hicretten 1.5 sene önce sadece. Ondan önce hac yok, zekât yok, nikâhla ilgili âyetler yok, tesettür âyeti bile yok. Örtünme âyeti bile hicretten 5 sene sonra nazil olmuş. Bunun mânâsı nedir? Bir insanda iman yoksa, ameller boşa gider. Biz buna usûlü’d-din diyoruz. Onun için Bediüzzaman Hazretleri arzu etseydi, o büyük mürşid-i kâmil muazzam fıkıh kitapları yazardı. Yazmamış. Bütün himmetini imanı kurtarmaya vermiştir. Çünkü iman sağlam oldu mu gerisi gelir. İnanmayan insana kütüphane hediye etsen fayda vermez, çünkü inanmıyor en başta. Onun için Bediüzzaman’ın tesbiti ne kadar mühim. Diyor ki Lem’alar’da; “Bu zamanda ehl-i imanın en büyük tehlikesi fen ve felsefeden gelen kalplerin bozulması, imanın zayıflamasıdır.”
Fen ve felsefe dediği, eğitimdir. Bakın, 1925’den 1950’ye kadar 25 sene siyaseten dahi olsa okullara din dersi konmamıştır. Ve imansız bir nesil yetişmesi istenmiştir. Anadolu çocuğu gitmiş, fakülteyi bitirmiş; geri döndüğünde annesinin namazıyla alay etmiş.
Bugün en büyük tehlike imansızlık tehlikesidir. Bunun çaresi, iman nurunu kalplere koymaktır. Bu devirde de en mükemmel, en üst seviyede fevkalâde bu hizmeti gören Bediüzzaman’ın telif ettiği Risâle-i Nur Külliyatıdır. Onun için hepinizin cebinde “Küçük Sözler” olsun. Onu her fırsatta okuyun. Bu eserde, temsiller, hikâyeler var; ama sen onlara hikâye olarak bakma. Onun sonunda gelen hakikatler önemli.
Benim kanaatim şu: O ‘Küçük Sözler’i anlayarak okuyan ve tefekkürle düşünen kimse iman meselesini halleder. Basit gözüküyor, ama orada çok hakikatler var. İmanımızı kurtarmak çok önemli. Amel noksanlığı affedilebilir, ama imansızlığın affı yok.
(Emekli Müftü Yahya Alkın’ın, gençlerle yaptığı bir sohbetinden özetlenmiştir.)

YAHYA ALKIN
Emekli Müftü

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*