M. Kemal’in bütün rahatını kaçıran!

Kemalizm, toplumu dininden, inancından, ahlâkından, tarihinden, mânevî kültür birikiminden mahrum etti. Milletin “mânevî potansiyelinin bataryalarını boşalttı.” Bunu bizzat M. Kemal de itiraf eder.

1928 ya da 29 yılında, Yalova’daki “köşkü”nde M. Kemal’le başbaşa konuşur, ayrılırken, “Otur seninle bir şey konuşacağım” dediğini belirten Ünaydın, sohbetin gerisini şöyle anlatır:

“Ne diyeceğini bekliyordum. O, masanın üzerinde duran bir kitabı eliyle gösterdi; tarih felsefesiyle ilgili Fransızca bir kitaptı. ‘Bunu okudum, bütün rahatım kaçtı’ dedi. Ben telâşlandım; ‘Aman Paşam, nasıl bir kitap bu böyle, müsaadenizle göreyim’ diye kitaba uzanacak oldum, beni eliyle durdurdu: ‘Bırak şimdi. Kitap önemli değil, yazdıklarını sen de, ben de biliyoruz. Ama gözden kaçırdığım önemli bir problemi bana hatırlatmış oldu, derin derin düşünmeye başladım…’

“Bir süre sustu ve gökyüzü gibi gözleriyle yüzüme bakarak; ‘Yaptıklarımız tehlikede!’ dedi. Ben heyecanla sordum; ‘Hangi yaptıklarımız?’, ‘Cumhuriyet dahil, ne yapmışsak!’”

Ünaydın’ın “Aman Paşam, olamaz, her şey ilerlediğimizi gösteriyor, nasıl tehlikede olabilir?” diye övgülerine devam etmesi üzerine, M. Kemal’in söyledikleri, 89 yıllık Cumhuriyet döneminin yanlışını özetler: “Maddî potansiyelimiz yerinde ama mânevî potansiyelimizin bataryaları boş. Bir Alman düşünürü olan Ludwing Büchner, ‘mânevî boşlukları doldurulamamış, beslenmemiş milletlerin, hangi maddî düzeyde olursa olsun, bir gün çökeceğini ispatlar.”

Devamında, yazarın: “tarihten, zaferlerden, büyük adamlardan yoksun milletler, maddî imkânları yerinde de olsa, ciddî bir sallantıya dayanamazlar” tesbitini aktaran M. Kemal, şöyle der: “Birden bire düşündüm; ‘laikiz’ dedik, dinle ilişkimizi kestik. ‘Cumhuriyetiz’ dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile bir kaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harfleri aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık…”

Peşinden de, “açılan mânevî çukurlar”ın bütün yapılanları tehlikeye düşürdüğünü belirtir.1

Bediüzzaman, milletin mağdur edileceğini, inkılaplar henüz tatbikat safhasına konmadan önce deşifre etmişti. Zafer havası altında, İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikrinin içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını görür. Meclis’te neşrettiği on maddelik beyannâmede: “Bu inkılâb-ı azimin temel taşları sağlam gerek” diye ikaz eder. Kazanılan zaferin şükrü olarak, İslâm’ın esaslarına bağlı kalınması tavsiyesinde bulunur. Yüksek Meclis’in mânevî şahsiyetinin, saltanatı temsil ettiği gibi “hilâfeti” temsille milletin dinî-mânevî ihtiyacını karşılamasının önemi üzerinde durur. Aksi halde, “hârice karşı kazanılan zaferin, iyiliğin, dahildeki fenalıkla bozulacağını” bildirir.2

Bugün, hak ve hürriyetlerin gelişmesiyle, şahıslara dayalı ideolojiler ve düşünce sistemleri ölüyor. Laikliği dinsizlik anlamında uygulayan Kemalizm, son uzatmaları oynuyor. Kemalizm mağdurları ayağa kalkıyor. Fıtrata ters beşerî ideolojiler ya öldü, ya çöküşün eşiğinde veya büyük bir kriz içinde. Din ise, dimdik ayakta! İnsanlığın dine, maneviyata yönelişi büyük bir hız kazanmıştır. 21. Asrın, din, özellikle ‘İslâm asrı’ olacağını gösteren delillere, hergün yüzlercesi ekleniyor!

Dipnotlar:
1-Milliyet, 16 Kasım 1974.;
2-Lem’alar, YAN, Ocak 2005, s. 421.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*