Mehmet Birinci: Maksatta birlik asıldır

Bediüzzaman Hazretlerinin vefat ettiği 23 Mart 1960 tarihinden bugüne baktığımızda, Türkiye’de ve dünyada hizmetlerimiz nereye gelmiştir? Kısaca değerlendirir misiniz?

Kirazlımescit’te 3-5 kişi kalıyorduk. Bazen lâhika mektuplarını okurken “Bir gün gelecek dünya bu kitapları okuyacak” diyordu Üstad. Biz hayal bile edemiyorduk bunu. Anlamıyorduk. Bütün dünyanın bu kitapları okuyacağına bir türlü ihtimal veremiyorduk. Koca İstanbul’da üç kişiyiz o zaman. Zaman geçtikçe işler değişti tabiî…

Birkaç hatıra anlatayım. 1960 ihtilâlinden sonra hiçbir matbaada kitap basamaz olmuştuk… Fırıncı Ağabeyle “Risale-i Nur Sönmez” diye dikkatle yazdık. Risalelerin kapağını lastik mühürle bastıralım dedik ki düzgün çıksın. Cağaloğlu’nda bir lastik mühürcüye gittik. Adam Bediüzzaman ismini görünce korkusundan bizi dışarıya attı. “Risale-i Nur Sönmez, Bediüzzaman Said Nursî” yazıyor. İmkânı yok, adamlar kapağa bir türlü lastik mührü yapmıyorlar. Bu sefer biz “Bediüzzaman Said Nursî” demedik de bir çok isimler sıraladık. Uzun bir lastik mühür. Okunmaz, harflerden ibaret. Harfleri kestik, uhuyla yapıştırdık, yine “Risale-i Nur Sönmez” yazdık. Hiçbir matbaa Risale-i Nurları basmıyor. Fırıncı Ağabeyle karar verdik. “Harf alalım. Sayfa sayfa risâle basalım” dedik. Harfleri aldık ama o öyle kaldı. Sonra Sinan Matbaasına gittik. İhtilâlde 27 günde Tarihçe-i Hayat’ı 1. hamur kâğıda orada bastık. Allah razı olsun, erkekmiş, “Ben basacağım” dedi ve bastı. Fakat Talat Aydemir hava kuvvetlerini havalandırmıştı. o­ndan sonra Sinan Bey evinden telefon ediyor: “Sakın çıkmayın, ihtilâl oldu, orada kalın.” Böyle anılar var.

Elhamdülillah o ağır şartlar içerisinden bugünlere geldik. Polisler hergün kontrol için Kirazlımescit’e sabah kahvaltısına gelirlerdi. Bazan kahve, bazan çay içerlerdi. Sohbet ediyorduk, adamlarla ahbap olmuştuk. Birgün yine bir risâle teksir ettik. Kapak bu sefer daha güzel olsun diye bir matbaayla anlaştık. Meğer Halk Partili imiş. Bediüzzaman ismini görünce hemen polise haber vermiş. o­ndan sonra kapak bitmiş. Ben alacağım tabiî. Polise demiş ki: “Bize gelecek.” Neyse gittik, polisler “Kapakların içi nerede?” diye soruyor. “Evvela kapakları basacaktık” dedik. Neyse, başkomiser beni çağırdı: “Oğlum seni mahkemeye vereceğim. Fakat beraat edeceğini de yüzde yüz biliyorum. Merak ettiğim bir husus var—zapta geçirmek için değil—bir vatandaş olarak soruyorum. Bediüzzaman ne yapmak istiyor, fikri gayesi nedir?” Ben de “Allah rızası için iman, Kur’ân vs.” anlattım. İmkânı yok, ben ne dersem inanmıyor. O zaman 1. Şube en üst katta bir yerdeydi. Köprü görünüyor. Gayemizi ifade etmek için “Şuraya bak, şu insanları görüyor musun? İşte o insanların hepsi kabre girdikleri zaman imanla girsinler” dedim. “Olmaz, olmaz, benim aldığım maaş 15 günde bitiyor. Senin maaşın ne? Nasıl geçiniyorsun?” dedi. İktisat, şu, bu… İnanmıyor adam. Bilmiyor ki bir zeytini dört lokmayla yiyoruz. “Anlaşıldı, sen söylemiyorsun, ben söyleyeceğim” dedi. Aynen böyle: “Said Nursî çok zekî ve kurnaz bir insan. Bugün ülke çapında beş yüz bin-bir milyon talebesi var. Bu durmaksızın büyüyor. Üç sene sonra al sana bir yekûn. Ya bir inkılap, ihtilâl ya da bir seçim. Hemen başa geçeceksiniz. Sen geleceksin, benim başımı keseceksin. Bunun için hükümet sizin peşinizi bırakmıyor.” “Risale-i Nur’da böyle bir şey yok” diyorum, inanmıyor. Bu derece korkuyorlar. Cehaletten geliyor bu tabiî.

İşte hizmet buralardan bugün bu seviyeye geldi. Şimdi Risale-i Nurların dünyaya yayıldığını görüyoruz. Düşünün bir kere Filipinler tâ nere? Filipinli öğretmen 8. Söz’le Müslüman oluyor. Thomas Michel lâhikalardan hangisini açarsan hepsini biliyor. Çünkü “Sempozyumda konuşurken biri sual sorar da cevap veremezsem ayıp olur diye hepsini okudum” diyor. Kadının biri rüya görmüş. Rüyasında Üstad “Thomas Michel Hıristiyan Nur Talebelerinin birincilerindendir” demiş. Evet tek Allah’a iman etti mi, Hz. Muhammed’e peygamber dedi mi, işte Lailaheillallah Muhammedün Resûlullah demektir bu. İlle Arapça söylemesi gerekmez.

Üstad ne demişse mutlaka zamanı gelince çıkmıştır, çıkacaktır. Bunun misalleri çoktur. Bir zaman Şeyh Sanan Tepesi’nde ufka doğru bakarken Rus polisi yanına gelmiş, “Nereye bakıyorsun?” diye sormuştu. “Medresemin planını çiziyorum” demişti Üstad. Rus Polisi “Nerelisin sen?” deyince, “Bitlisli’yim” demiş. “Burası Tiflis” deyince “Bitlis Tiflis kardeştir” demişti Üstad. Bundan 10-15 sene evvel belediyeler birbirini kardeş şehir ilân ettiler. Orada medrese de açılmıştır.

Biz tarihini bilmiyoruz, acele ediyoruz. Üstad ne demişse olmuştur. Hiç zerre kadar şüphemiz olmasın. Muhakemat’taki bölümü biliyorsunuz: “Hem de bilâperva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevkü’l-ceyş ile kuvvet bulan hayalat ve evhamın müdafaasına beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki, hak neşv ü nemâ bulacaktır—eğer çendan toprakta gizlense… Ve taraftar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır—eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden, az ve zayıf olsalar… Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıtasında hakim-i mutlak olacak, yalnız hakikat-i İslâmiyettir.”

Üstad bir bahar gelecek diyor. Her kışın bir baharı olduğu gibi insanlığın da olacak inşallah.

Bir şeyde maniler, engeller olduğu zaman Üstad Hazretleri “Gidilmez, bundan vazgeçelim” demiyor, o maniyi atlıyor. İhlâs Risâlesinin sonunda bu var. Zindan-ı atalete düştüğümüzün sebepleri var ya, orada 6-7 tane mani var. O manileri teker teker atlamış Üstad.

MAKSATTA İTTİFAK ETMELİ

Nur Talebeleri arasındaki gruplaşmaları nasıl görüyorsunuz? Bu ayrılıklar bitmeyecek mi hiç?

Onları bir vatanın müdafaasındaki çeşitli askerler olarak görüyorum. Hedef bir: Vatan müdafaası.

Rekabet olmamalı. Hepimiz hak; hedefimiz bir. Maksatta ittifak etmeli, meslek ve meşrepte ihtilâf olabilir, o mühim değil. Maksat esastır. Yani yeni bir çığır açmadıktan sonra git gidebildiğin kadar.

Kaderin hissesinin olmadığı birşey olmaz. Üstad “Her musibette bir cihet-i rahmet vardır” diyor. Şimdi hep beraber olsak hangi medreseye sığacağız? Şimdi İstanbul’da bin yerde ders okunuyor. Hepsi aynısını okuyor. Yani müfritlik yapmazsak mesele yok. Kaderin çizmiş olduğu şeye rıza göstereceğiz. Kader fetva verir, vermese bu işler olmaz. Bunun hikmet cihetleri de var yani.

Bazıları Nur Talebelerini zahiren parçaladığını zannediyor, fakat daha da kuvvetleniyor. Sakalı kesince daha gür çıkar. Sokollu Mehmet Paşa ne demiş: “Siz donanmamızı yenmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Biz Kıbrıs’ı almakla kolunuzu kestik. Kesilen kol geri gelmez ama tıraş edilen sakal eskisinden daha gür çıkar.”

Peki gruplar arasındaki ziyaretler artmalı değil midir?

Doğrudur, o­nda ihmalimiz var.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*