Meyvedar bir hayat…

Şimdi düşünelim, ölüyoruz… Geriye baktığımızda şanlı şerefli bir dünya ve dünya metaı yerine; imanlı, İslâmlı, mübarek ve mukaddes bir ömür görüyor muyuz? Rahat olalım ve istikbale doğru rahat bakalım… Adaletli, iyi, merhametli, Hakkın hatırının en âli tutulduğu bir ömrü Rabbimizden isteyelim ki, şanlı şerefli, mübarek bir ahiret hayatını bize ebedî âlemde ihsan ve ikram etsin…

 

Fedakâr, sabırlı, çilekeş bir ömür, daima faydalı, güzel ve iyi neticeleri meyve olarak vermiştir. Yorulmadan dinlenmeye, kazanmadan harcamaya, malik olmadan ikram etmeye o kadar çok kendimizi alıştırmışız ki, normal bir hayat tarzı veya kuralı gibi görüyoruz bunları…

Ferdî olarak kendi hayatımıza baktığımız zaman eğer hayatı veren Hayy-ı Kayyum-u Bakiye itaat ve inkiyad da değilsek; kendi hayatımızın tarihinin değil, belki insanlık tarihinin en şaşılacak işini yapıyoruz demektir!

Zaman içinde daima kötülenir, küçük ve hor görünürler, eski zamanın Sultanları, Padişahları… Halbuki bir sefer olsa, onlar en önde gidiyorlar. Yanlarında devletin idaresinin en yüksek mevkiini teşkil eden divan üyeleri, danışma meclis üyeleri, ulema beraber harbe iştirak ediyorlar. Günlük hayatlarını değil, bütün hayatlarını ölümü hiçe sayarak bu dine, bu vatana, bu millete göre programlayıp hareket eden bu zatlara haksızlık yapmış olmuyor muyuz?

Dahası da var, millet malına, devlet malına el uzatmayı (hakları olduğu zaman bile) kendine züll sayan çoğu eski zaman idarecisi sanatkârdı, kendisine bir iş yapıyordu ve iaşesini kendi çalışmalarından elde etmeyi, çıkarmayı bir marifet biliyordu.

Zamanı hiç israf etmemeyi kendilerine şiar edinenler; daima hayatın her safhasında başarılı olmuşlardır. Sabahın bereketli saatlerinde hiçbir zaman, akşamın meş’um saatlerine sarkıtmayan bir zihniyet daima taze, yeni ve ileriyi gören bir nazara malik olmuşlardır.

Kararlılığın esas kılındığı bir hayatın emekliliği de olmaz. Bakınız yüz sene evveline kadar kaç tane emekli var? Yok. Çünkü fayda ve sevabı esaslı bir şekilde kendisine hedef tayin edenlerin, çalışmayı bırakıp da emekli olduklarını nasıl düşünebiliriz ki? Eyyûb-El Ensari doksan küsur yaşında… “Medine neresi, İstanbul neresi? Nereye gidiyorsun, ne yapacaksın? Bu yaşta cihada gidilir mi?” sualleri ve muazzam bir cevap. “Ben Allah yolunda cihad eden bir kişi olmaktan kendimi mi alıkoyayım?”

Her halimizde, her tavrımızda, her yaşımızda hizmete devam… Kendimizin ihtiyaç duymadığı bir meseleyi başkalarının duymasını ve harekete başkalarının ikazıyla geçmemizi beklemek galiba biraz dûnhimmetlilik olur.

Şimdi bakıyoruz, yaşıyoruz… Hayatın hedef ve gayelerini iman, Kur’ân ve İslâmiyet adına en güzel şekilde planlayarak, programlayarak yaşamaya, hayatımızda göstermeye çalışmalıyız… Ta ki meyvedar, faydalı bir hayatımız olmuştu, olacaktı diyebilelim.

İnşallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*