Musîbetler neden başımızdan eksik olmuyor?

Bazı dostların çeşitli vesilelerle zaman zaman dile getirdikleri, “Bediüzzaman şimdi olsaydı?” gibi suâller doğrusu benim de zihnimi kurcalamaya başladı. Ama bendeki bu zihin çalkantısı kendimden menkul, kendi kafa fenerimle yeni bir arayış şekli değil. Çünkü ben biliyorum ki, Bediüzzaman bütün çağları içine alacak şekilde söylenmesi lâzım gelen her şeyi söyleyerek kayıt altına aldı ve cismen aramızdan ayrıldı. Bütün insanlığın, bütün dertlerine, problemlerine çareler sunan, tedavi yollarını gösteren eşsiz dev eserini istifademize sunarak, dar-ı bekaya irtihal etti.

Benim zihnimi meşgul eden, kafamı kurcalamaya sevk eden; hemen her derde devalar sunan, her sıkıntıya çareler üreten o büyük müfessirin emsâlsiz eseri varken, toplumdaki sıkıntı ve problemlerin artarak devam ediyor olması. Başta bitmek bilmeyen terör olmak üzere, toplumda devam etmekte olan şiddet ve işlenen cinayetler… Ailelerdeki geçimsizlikler, kavgalar ve artarak devam eden boşanmalar… Yolsuzluklar, çalıp çırpmalar… Ve bütün bu menfîliklere sebep olan, kaynaklık eden toplumdaki savrulmaların, ahlâkî aşınmaların, dejenerasyonların gün geçtikçe artması… Manevî değerlerin törpülenmesi… Dinî hassasiyetlerin, kutsal duyarlılıkların zaafa uğraması… Halbuki biz biliyoruz ki, başka kaynaklardan beslenen camia ve cemaatlerin hizmetleri bir tarafa, sadece Bediüzzaman’ın eserlerinden beslenen Nur camialarının mevcudiyeti dahi toplumun büyük çapta ıslâhına, maddî ve manevî sıkıntılardan kurtulmasına yetmesi gerekirdi.

Türkiye’de ve dünyada milyonlarca okuyucusu var Nur Risâlelerinin. Herhangi bir baskı ve yasaklama da olmadığı için, isteyen herkes Nurları kolayca alıyor, okuyor, istifade ediyor. Maddî imkânlar da fazlasıyla mevcut. Hemen her yerde dayalı döşeli, son derece modern sayılabilecek bolca sohbet mekânları… Eskiyle kıyaslanmayacak derecede maddî imkânlar… Ekranlarda, çeşitli gazete, dergi ve kitaplarda Risâlelerle ilgili bolca yazılar yazılıyor, konuşmalar, sohbetler yapılıyor.
Düz mantıkla bakıldığında, bu iç açıcı tablo ile doğru orantılı olarak, deyim yerinde ise ortamın süt liman olması lâzım. Böyle olmasa dahi toplumun genelinde şöyle hissedilir biçimde manevî bir havanın olması gerekir. Böyle bir manzara olmasa bile, insanlar arasında gözle görülür bir saygı, sevgi, hoşgörü, sulh ve sükûnun olması beklenir. Haydi bunların hepsinden vazgeçtik… Her geçen gün artarak devam etmekte olan içki, uyuşturucu, kumar illetlerini ne ile izah edeceğiz? Toplumda artarak devam eden şiddet, kavga, gürültü ve işlenen cinayetler… İçeride İslâm coğrafyasında patlayan bombalar, dökülen kanlar…

İlk etapta sorgulanması gereken husus, ehl-i din olarak hangi hatamızla, hangi günahımızla kadere bu şekilde fetva verdirdik ki bunlar başımıza geliyor? Başımızdan böyle musîbetler, felâketler eksik olmuyor? Bu işin en önemli hususu budur. Müslümanlar olarak “Nerede, ne şekilde hangi yanlışları yapıyoruz?” deyip ciddî bir nefis muhasebesine girişmek gerekir.

Risale-i Nur’un toplum üzerindeki müessiriyeti noktasında müellif-i muhteremin sağlığında yaptığı şu tesbitlere bir bakalım: “Risale-i Nur, Anadolu’yu cebel-i Cudi hükmüne getirerek, musîbetlerden ve belâlardan muhafaza eder. Risale-i Nur’a hücum zamanında da musîbet ve belâlar gelir.” Vefatından önce bu tesbitlerde bulunan Bediüzzaman, şimdi aramızda olsaydı da her halde aynı şeyleri söylerdi.

Denilebilir ki şimdi artık eskisi gibi açıktan dine ve Risale-i Nur’a herhangi bir saldırı ve hücum, büyük ölçüde yok. O zaman başımızdan eksik olmayan bu musîbetlerin ve belâların sebebi ne olabilir? Bu işin aslı ve özünü kader-i İlâhiye havale edip, milletçe yaşamakta olduğumuz musîbet ve felâketlerin, ekseri insanların hata ve kusurlarından kaynaklandığını göz önünde bulundurduğumuzda, çoğu ehl-i dinin uzunca bir süredir bu topraklarda açıktan işlenmekte olan günah-ı kebîrelere seyirci kaldığı, olup biten edep dışı hâl ve davranışları ülfetle artık normal karşıladığı ve bu durumun da gadab-ı İlâhî’nin celbine sebep olduğunu düşünebiliriz. Öyle görünüyor ki milletçe yaşamakta olduğumuz musîbet ve belâların sona ermesi için, gadab-ı İlâhî’yi celbeden ve gayretullah’a dokunan gayr-ı meşrûlukların son bulması gerekir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*