Ne oldu bize, ne oldu size!

1983-1990’da, muhabir olarak, başörtülülerin şanlı direnişlerini fiilen izledim, kimi zaman içimiz kan ağlayarak, kimi zaman dışımız… Daha sonra da araştırmacı-yazar olarak… Adımız, “başörtüsü muhabiri”ne çıkmıştı.

Başörtüsü yasağı telgraflarla, hak ve hürriyet yürüyüşleriyle, bazılarının kendilerini okulların kapılarına zincirleyerek protesto ediliyordu. Bu tepkiler, iktidarları sarsıyor, adeta kan kusturuyordu.

Öte yandan ne başörtülüler, ne başörtülülerin yakınları, ne de biz duygularımıza mağlûp olup taşkınlık yaptık. ‘Meşrûiyet’ içinde destanımsı bir mücadele verildi 2002 yılına dek…

***

12 Eylül 1980, 28 Şubat darbe-i münafıkaneleri, başta başörtülüler olmak üzere, imam-hatipler, dolayısıyla meslek liselerine ve Kur’ân kurslarına gidecek çocuklara indirmişti en büyük darbeyi. Ve darbecilerin, diktatör kafanın, Ergenekon’un, yasakçıların sözcüsü gibi hareket eden kimi—sözüm ona—İlahiyatçılar da “Kur’ân’da başörtüsü yoktur!” gibi dehşetli söylemler içine girdiler.

Başörtüsünü baş tâcı kabul edenler ise, hiç şüphesiz, onun Allah’ın bir emri, farz olduğunun şuurundaydılar:

“Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler.” 1

Kadınların dıştan giyinmeleri gereken bol elbiseyi de, başörtüsü ile beraber olması gerektiğini şu âyet emretmektedir:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” 2

Âyetin metninde geçen “celâbîbihinne” çoğuldur, tekili “cilbab”dır ve dıştan, baştan ayağa giyilen elbise demektir. Bu, 15 asırdır müfessirlerce hep böyle anlaşılageldi ve tefsir kitaplarında da hep böyle yer aldı.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980 tarihli kararında, başörtüsüyle ilgili olarak Nur Sûresi’nin 31. âyetinde örtünmenin tarifinin yapıldığı, bu âyete göre de örtünme Allah’ın bir emri olduğu ifade ediliyor.

Israrla sanıldığı gibi belli bir zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir âyet, işaret, sembol değil, İslâm Dini’nin bir hükmü. Anayasa’nın 10. ve 11, maddelerine atıfta bulunularak kadınların tesettüre uymalarının sınırlandırılmasını, kişi hak ve hürriyetlerine müdahale olarak değerlendirilir kararda.

***

Şimdi başlığa gelelim:

AKP iktidara gelir gelmez, bütün hak arama faaliyetleri, protestolar “şıp” diye kesiliverdi. Neden? Başörtüsü farz olmaktan çıktı mı? Başörtüsü hak değil mi?

Ne oldu bize, bu mesele ile ilgili yazmıyor, haber yapmıyoruz? Ey başörtülüler, ne oldu size, kıpırdamıyorsunuz?

Şu halde, bir kısım mihrakların “Başörtüsü siyasî bir simgedir, onların derdi Kur’ân’ı yaşamak değil, iktidar olmaktır!” yaftasını doğrulamıyor musunuz? Nasreddin Hoca’nın dediği gibi “Yorgan gitti, kavga bitti”, “İktidar geldi, başörtüsü farziyeti, hak arama bitti” mi?

Yoksa, “makam, mevki, tama, korku ve dünyanın cazibedar şeyleri” bizi dünyevîleştirdi, dâvamızdan uzaklaştırdı mı? İnandığımız gibi yaşamayınca yaşadığımız gibi inanmaya mı başladık!

Dipnotlar:

1- Kur’ân, Nûr Sûresi, 31.;

2- Age., Ahzab Sûresi, 59.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*