René Descartes (1596-1650)

Fransız asıllı, ünlü matematikçi ve filozof. Ömrü boyunca, insan açısından bilinmesi mümkün olan her şeyi kesin ve tamamen öğrenmeye çalıştı. Tanrı inancını, felsefi görüşünün merkezine yerleştirdi. Felsefi görüşünde şüpheden yola çıkarak kesin ve sarsılmaz bilgiye, hakikate yönelirken, matematiksel metodu felsefesine tatbik etmeye çalıştı. Bu metoduyla skolastik ortaçağ felsefesinin yıkılmasına ve modern felsefe anlayışının doğmasına önayak oldu. Ona göre, Tanrının varlığı alemin varlığının delilidir.

Risale-i Nur’da adı; Eflatun, İbn-i Sina, Bismark ve Taftazanî ile birlikte anılmıştır. (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 83) Adı, dilimize Dekart olarak girmiştir. Meşhur “düşünüyorum, o halde varım” cümlesinin sahibidir.

Descartes, 1596 yılında, yüksek kilise görevlileri yetiştirmiş zengin bir ailenin evladı olarak, Lahey’de doğdu. La Pléche’deki Cizvit Kolejinde okudu. On sekiz yaşına kadar bu okulda kalarak bir Roma Katoliği gibi yetişti ve hayatı boyunca da Cizvitlere sempati duydu. Daha sonra hukuk fakültesinde okuyarak mezun oldu. Çalışma hayatına Fransız ordusunda başlayarak (1618) on yıl süreyle çalıştı. Bu arada bütün Avrupa’yı dolaşma fırsatını buldu. Ordudan ayrıldıktan sonra Hollanda’ya yerleşti. Köşesine çekilerek yapayalnız yaşadığı gibi sık sık da yer değiştirdi. Felsefi çalışmalarına ağırlık vererek eserlerini vücuda getirdi. İsveç Kraliçesi’nin daveti üzerine gittiği Stockholm’de 1650 yılında öldü. Cenazesi on altı yıl sonra Paris’e getirilerek burada defnedildi.

Matematiğe özel önem veren Descartes, denklemlerin derecesini küçültmekte kullanılan bir yöntem buldu. Birleştirici düşüncesinden hareket ederek, analitik geometriyi kurmaya yöneldi. Geometrik optikte kırılma yasalarını buldu. Mekanikteki modern iş kavramını ilk bulan kişi olarak kabul edilir. Matematikteki tanımların zihnimizde, doğuştan varolduğunu ve aklın sezgisiyle bilinen gerçekler olduğunu savundu. Yaptığı çalışmalarıyla matematik ilmine önemli katkılarda bulundu.

Aklı iyi kullanmak suretiyle mutlak gerçeğe ulaşmak için çaba sarf eden Descartes, bir hakikat araştırıcısıdır. Faziletlerin tümüne birden hikmet adını vererek, bunun da akılla irtibatlı olduğunu savundu. Fazilete, doğru bilgi ile ulaşılabilir. Ancak, her şeyi tam anlamıyla gerçekleştirip ulaşmak, her yönüne vakıf olmak mümkün değildir. Bu durum, en son ve gerçek bilgi sahibi olan Yaratıcıya mahsustur. İnsanın görevi ise, bilgisinin imkan verdiği ölçüde bütün hakikatlere ulaşmaya çalışmak olmalıdır.

Descartes, saf akla dayalı sistematik ve bütüncül bir felsefeyi tesis etmeye çalıştı. Ona göre gerçek bilgiye ulaştıracak “tabii ışık” (Lumen Naturelle), Allah vergisi olarak insanın fıtratında vardır. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmeyi sağlayarak, yanlışa imkan vermeyen bu İlahi ihsanın farkına varıldığı ölçüde doğru olmayandan uzaklaşılır. Gerçeğe ulaşmak için Sağ-Duyu’nun yeterli olduğu inancındadır. Her insanın hayatını devam ettirebilmesi için gerekli bütün bilimin, başkalarının yardımına gerek duymaksızın, yaratılışında mevcut olduğunu ve bunu inceleyerek en acayip bilgilere ulaşılabileceğini savunur. Diğer yandan, gerçeğe ulaşmayı sağlayan tabii ışığın varlığına değil, Yaratıcının varlığına borçlu olunduğunu belirtti. Bu nedenledir ki, felsefesinin en önemli aksiyomlarını; Kadir-i Mutlak, Alim-i Mutlak, Hayr-ı Mutlak olan Allah’a olan kesin inanç oluşturmaktadır. (Köprü, Sayı: 70, s. 151)

Descartes, düşünmek için bir varlığa ihtiyaç olduğu tezinden hareketle fikri binasını, Yaratıcının varlığı temeli üzerine kurar. Temel gayesi, Yaratıcının varlığını ispatlamak değil, felsefesini sağlam bir zemine oturtmaktır. Dünyadaki mevcut bilgiye ulaşıp oradan da dünya hakimiyetine ulaşma emelindedir. Dünya hakimiyeti teziyle kainata bakış, diğer bazı düşünürlerde olduğu gibi, onda da bir kördüğüm halini almaktadır. İnsan hayatını ve gayesini dünya saadetiyle sınırlı gören, ahiret inancıyla beslenmeyen fikir ve akımlar, her ne kadar insan fıtratındaki mükemmelliklerin farkına varıp övseler de, yok olmalarını kabullenip ölümden sonraki hayata, dünya hayatı kadar ehemmiyet vermemeleri, karanlıktan aydınlığa ulaşmalarına mani teşkil etmiştir.

Descartes, kainat kitabının okunmasının gerekli olduğu, dilinin ve alfabesinin anlaşılması, şifresinin çözülmesi gerektiği inancındadır. Bu kainat ve kendisinden başka okunmaya, aranmaya gerek duyulacak başka bir ilmin olmadığına hükmederek, araştırmalarını ve düşüncelerini bu yönde geliştirdi. Ancak, kainat kitabı; kendisinde mevcut olan ve Yaratıcının isim ve sıfatlarına ayinedarlık yaparak, Allah’ın varlığına, birliğine işaretler taşıması, ebedi hayat inancı ile anlam kazanmaktadır. İşte burada yani kainata bakış ve okuyuşta din ve felsefenin bakış açıları önem kazanmaktadır. Descartes’ın da dahil olduğu felsefi görüşlerde dünyanın bizzat kendisi değerli olup dünya hayatı temel esas alınırken, din açısından dünya, ahiretin tarlası hükmündedir ve Allah’a ulaştıracak büyük temel taşlarından biridir.

Gözümüzle gördüğümüz varlık alemi anlamsız değildir. Kainatta israfın olmaması, her varlıkta görülen ve müşahede edilen mükemmellik kainata bir anlam kazandırmaktadır. Saat ve makina mükemmellik ve düzenliliği sembolize eder. Kainatın bunlara benzetilerek, mükemmellik ve düzenlilik vasıflarının sembolü olarak görülmesi, Batılı düşünürler tarafından asırlardan beri kullanıla gelmektedir. Mükemmelliği müşahedede bir sıkıntı ve problem yaşanmazken, söz konusu harika sanatların anlamlandırılmasında felsefi akımlar boğulmaktan kurtulamamaktadırlar. Bir sergi sarayının, seyre gelenlere ve sanatların mükemmellikleri karşısında hayran kalanlara ifade etmesi gereken bir anlam, bir mesaj olmalıdır.

“Bu kainat, nasıl ki, kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaşagah gibi tasarruf eden saniine ve katibine ve nakkaşına delalet eder; öyle de, kainatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülatındaki Rabbani hikmetleri talim edecek ve vazifedarane harekatındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalatını ilan edecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ifade edecek bir yüksek dellal, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve her halde bulunmasına delalet ettiği cihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu Zatın hakkaniyetine ve bu kainat Halıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiği… Madem bu sanatlı ve hikmetli masnuatıyla Kendi hünerlerini ve sanatkarlığının kemalatını teşhir etmek; ve şu süslü, zinetli nihayetsiz mahlukatıyla Kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle Kendine teşekkür ve hamd ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumi terbiye ve iaşe ile, hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nevini tatmin edecek bir surette izhar edilen Rabbani it’amlar ve ziyafetlerle Kendi rububiyetine karşı minnettarane ve müteşekkirane ve perestişkarane ibadet ettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile Kendi uluhiyetini izhar ederek, o uluhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavi tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var.” (Mektubat, s. 214)

Descartes, kainatın ve insanın okunması gerektiğine vurgu yapar. Evet, kainat büyük alem, insan-ı ekber, küçük alem ise insanın kendisi. Bu iki alemin fıtratında var olan mükemmellik fen ilimlerinin bilgisi dahilindedir. “… saadet-i ebediye olmasa, bütün maneviyat kurur. O hakikatler, israf memleketine kaçarlar. Acaba dünya kadar kıymetli olan bir cevhere malik olmakla, hem daima onun zarfını ve gılafını muhafaza ettikten sonra, o cevheri birden bire yere vurup kırmak ihtimali var mıdır? Hangi akıl kabul eder? Hem bir şahsın bünyesindeki kuvvet, azasındaki sıhhat, istidadındaki kabiliyet, o şahsın yaşayışına ve tekemmülüne delil olduğu gibi, kainatın ruhuna kadar nüfuz eden hakikat-i sabite ve devam ile yaşayışını ima eden intizamındaki kuvvet-i kamile ve tekemmülüne giden nizamındaki kemal acaba haşr-i cismani yoluyla saadet-i ebediyeye delil olmaz mı?” (İşaratü’l-İ’caz, s. 56)

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. ben hiç bulamadım yarına ödevim ama hiç işime yaramadı bu yüzden iyi bir site değil geliştirilmesi lazım

  2. [quote name=”zinnet”]lütfen hayatını ingilizce yapın sayfanızı renklendirin[/quote]
    İngilizce hayatı için bknz: [url]http://en.wikipedia.org/wiki/Ren%C3%A9_Descartes[/url]

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*