Risale-i Nur nasıl neşrediliyordu?

“Hakikat hazinesi olan Risâle-i Nur’un neşri için, mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız.” (Bu cümle, Zübeyir Ağabey’in müdafaasından alınmıştır.)

Zındıka komitesi, neşri engellemek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı. Risale-i Nur, yasaklı kitaplar listesine alındı. Nur talebeleri mahkum edildi. Ama hapishanenin ağır şartlarında bile neşir devam ediyordu.

Ahmet Feyzi Ağabey anlatıyor: “Ben altı eserin yazılmasına şahit oldum; o da iki hapishanede.. Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde.. Her iki hapishanede de bir kelime bile yazılmasını engellemek için şiddetli bir baskı uyguluyorlardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risâlesi.. Meyve Risâlesi bir şaheserdir…” (Meyve Risalesinin yazılışı)

“Denizli’den bir başgardiyan bir vesileyle elde edildi. Üstad bizden ayrı olarak tek hücrede, biz ise ayrı ayrı koğuşlardayız. Kâğıt yok, mürekkep yok, hiçbir imkân yok… Mahkûmlar tabi sigara içiyor. Paketlerin kâğıdını atıyorlar. O kâğıtlar alınıp, üç satır yazı yazılıyor. Başgardiyan, ‘Hafız Ali’yi çağırıyor. Hafız Ali çıkıyor, yazıyı alıyor.. Bir gün üç satır, ertesi gün beş satır… Meyve Risâlesi böyle tamamlanıyor. “

Tüm baskılara rağmen, Nur talebelerinin ihlasla yaptıkları müdafaalar vesilesiyle, Risale-i Nur mahkemelerde beraat ediyordu.

Ama hükümetin adamları durmuyorlardı, Risale-i Nur’u engellemek için, teksir makinesini ve matbaayı bir süre yasaklamışlardı.

Bunun üzerine Nur talebeleri, kırtasiyelerde defter bırakmıyordu. Tüm defterleri satın alıyorlar ve Risale-i Nur’u elle çoğaltıyorlardı. Risale-i Nur’un çoğaltılmasından rahatsız olan hükümet adamları, Nur talebelerine defter ve mürekkep satışını yasaklamışlardı.

Buna rağmen fedakâr talebeler, Risale-i Nur eserlerini gizli çoğaltmaya devam ediyor, muhtaç olan insanlara bu hakikatleri ulaştırmayı esas maksat kabul ediyorlardı. ‘Risale-i Nur’u tanımayan, duymayan kalmasın, kalpler yumuşasın, vicdanlar rahatlasın, imanlar kurtulsun.’ diyerek mücadele veriyorlardı.

“Karşımda müdhiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” diyen Üstadlarının yoluna kendilerini adamışlardı.

İşte, bu hakikatler bizim kitaplığımıza bu şartlarda geldi. Her türlü engele rağmen yılmayan ağabeyler, bize bunları taşıdılar. Allah onlardan razı olsun.

İşte, o zamanın şartları altında yazılan Risaleleri, bu zamanda muhtaçlara ulaştırmak için neler yapıyoruz? Nefislerinin esiri olmuş insanları bu esaretten kurtarmak için çaba harcıyor muyuz? Yoksa, günah bataklığına saplanmış, dünyanın zahiri güzelliğine kapılmış kardeşlerimizi görmezden mi geliyoruz?

Görmezden mi geliyoruz, göz göre göre tutuşan imanları, son nefeslerini veren vicdanları…

İşte, neşir hizmetleri için çalışmaları hızlandırmalı ve çağın teknolojilerinin de yardımıyla, hakikatleri ulaştırma gayesinde olmalıyız.

Mustafa Gönüllü

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*