Şefkat ve muhabbet

Hayatını vakfettiği ideallerden birini “Müslümanların kardeşlik ve muhabbeti” olarak ifade edip, bunu İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) için yaptığı o muazzam, kapsamlı ve son derece kucaklayıcı tarifle de ortaya koyan ve Nur mesleğinde mü’minlerin kardeşliğinin esas olduğunu vurgulayan Üstadın bu yaklaşımı, aynı hizmet ekolünde beraberce çalışıp gayret gösterenler için çok daha fazlasıyla geçerli.

Talebelerine yazdığı lâhika mektuplarında en çok üzerinde durduğu hususlardan birinin tesanüd olması bundan. Bir elif tek başına ancak 1’i temsil ederken üç elif yan yana geldiğinde 111 kuvvetini kazandıklarına dikkatleri çekmesi de.
Hayatlarını iman dersleriyle ve bu derslerin istikrarlı bir şekilde devamına bağlı olarak gittikçe derinleşip güçlenen tahkikî bir imanla tanzim çabasındaki hizmet erbabının, “Tevhid-i imanî tevhid-i kulûbu ister” sözündeki mânâyı en öncelikli ve fıtrî bir vazife olarak hayatlarına aksettirmeleri, imanın nuruyla aydınlanmış kalblerini bütün samimiyetleriyle birbirlerine açarak kucaklaşıp kenetlenmeleri gerekmez mi?
“Zaman cemaat zamanıdır” tesbitinde dile getirilen hakikat de bunun bir başka gerekçesi.
Ancak insanların hem nefisleriyle, hem de nefis bağlantılı sebeplere bağlı olarak birbirleriyle ilişkilerinde çoğu zaman değişik imtihanlardan geçtikleri de bir vâkıa. Özellikle birlikte yürütülen hizmetin gereği olarak yakın mesai içerisinde olanlar arasında mizaç ve meşrep farklılığından ileri gelen sıkıntılar çıkabilir. Gündeme gelen bir konuda fikir ayrılıkları da yaşanabilir.
Kimi zaman bunlar, aradaki kardeşlik bağlarının sınandığı zorlu imtihanlara da dönüşebilir.
İşte bilhassa böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğine ışık tutan son derece önemli ölçü ve prensipleri de lâhikalarda görmekteyiz.
Meselâ bunlardan biri Kastamonu Lâhikası’nda yer alan bir mektuptaki şu ifadelerde:
“Medar-ı niza (çekişme ve ihtilâf konusu) bir mesele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız. Herkes bir meşrepte olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” (s. 336)
Aynı eserde buna benzer çok mesajlar var.
Bir başka mektuptaki “(…) ismindeki zat madem evvelce Risale-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir; onun fikren bir yanlışı varsa da affediniz” (s. 357) ifadeleri gibi.
Hakkın hatırını âlî tutma ve hiçbir hatıra feda etmeme prensibi, bilhassa “daire içindeki” cüz’î ve fer’î fikir ayrılıkları ile hissî imtizaçsızlıklara karşı kaba, haşin ve dışlayıcı tavırlarla mukabele etmenin gerekçesi olarak asla kullanılmamalı.
Muhatabiyetlerimizde “Elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar” (a.g.e.) ölçüsü her zaman hatırımızda olmalı.
Risale-i Nur mesleğinin dört temel esasından birinin şefkat olması da, uhuvvet, muhabbet ve tesanüd mânâlarını tamamlayan ve tahkim eden çok önemli bir hakikati önümüze koyuyor.
Ve bütün bunlar, ilâhî bir tavzifle, ahirzamanın dehşetli şartlarında ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) sahil-i selâmete çıkarma hizmetinde istihdam edilen bir şahs-ı manevînin uzuvları mesabesindeki bahtiyar hizmet erbabının, birbirleriyle olan ilişkilerinde çok daha fazla özenli, dikkatli, müşfik, kucaklayıcı ve kusurları örtücü davranmaları gereğine işaret ediyor.
Zübeyir Gündüzalp’ın “Böyle bir zamanda, böyle kudsî bir iman hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet bir dağ, bir dirhem hizmet bir batmandır. Bu nur hizmetinde—az dahi olsa—bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır” şeklindeki ifadeleri aynı mânâlara dikkatimizi çekiyor.
Keza yine Gündüzalp’in ifade ettiği “Cemaatin bütün düzeni ve ahengi, cemaat fertlerinin yekdiğerine şefkat, merhamet, sevgi ve hürmetkâr davranışlarıyla mümkündür” cümlesi de.
Bu, “en yakın dost ve en civanmert kardeş” olmayı gerektiren “hıllet” meşrebinin de bir icabı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*