Sıkıntı hastalığı

Asrımızın en önemli hastalıklarından birisi de sıkıntı hastalığıdır. Çevremizde birçok insanın görünürde bir sebep olmaksızın sıkıntı yaşadığını, ruhunun daraldığını söylediklerine şahit olmaktayız. Hatta bazen bu sıkıntılar fizyolojik belirtiler şeklinde ifade edilmektedir. Ruh ve beden ayrılmaz iki kavramdır. Bu birliktelikleri olumlu veya olumsuz etkileşimleri doğurabilmektedir.

Bedeni hastalıklar psikolojiyi etkilediği gibi, psikolojik hastalıklar da bedensel belirtilerle kendini gösterebilir. Meselâ depresyon halindeki bir insanda fizyolojik belirti olarak, bağırsak problemleri, mide ağrıları, kalp sıkışmaları görülebilir.

Sıkıntılar daha çok dile dökülemediği, yani ifade bulamadığı zamanlarda iç huzursuzluk şeklinde kendini hissettirir. Bir süre sonra da baş ağrılarına veya değişik bedensel ağrılara dönüşür.

Can sıkıntısının fizyolojiyi etkilediği bu durumlara dikkat edildiğinde, düşünceli, fakat konuşmayan, konuşmayı pek sevmeyen veya kendini ifade edemeyen insanlarda fazlaca olduğu görülür. İçinde yaşadığı toplum veya aile, sıkıntılarını ifade etmeye izin vermeyecek nitelikte olabilir. Bu yüzden böyle insan, fiziksel ağrılarla kendini ifade etmeye çalışır. Ruhsal sıkıntılar, “Aman geçer, abartma” denilemeyecek kadar önemlidir. Çünkü kişinin kafasında çözemediği problemler ve çatışmaların neticesinde ortaya çıkabilmektedir.

Bugün için sıkıntı hastalığının sebepleri kesin olarak tesbit edilmiş değildir. Özellikle gençlerde daha çok karşılaşılan bu sıkıntı hastalığının bana göre en önemli sebebi, geçmişte yaşanan üzüntülerden kaynaklanan bir takım kaygılar veya gelecek endişelerinin güne taşınmış ruhsal ağrılarıdır.

Can sıkıntısı, amaç kaybının en yaygın sebeplerindendir. Bu, insana özgü gibidir. Hiçbir hayvan tabiî ortamlarında can sıkıntısı belirtisi göstermez. Çünkü hayvanlar canları sıkılamayacak kadar çok meşguldürler. Yiyecek ararlar, av peşinde koşarlar, bölgelerini savunur, yavrularını eğitirler. Ancak kafese kapatılmış, tabiî ortamlarından ayrılmış yani amacından ve anlamından uzaklaştırılmış hayvanlarda can sıkıntısına bağlı anormal davranışlar gözlemlenir.

Kriz durumları ve savaşlar gibi toplumu derinden etkileyen hadiseler esnasında hiç kimsenin canı sıkılmaz. Çünkü bu durumlarda insanlarda hıfz-ı hayat amacı en doruktadır. Yapılan araştırmalarda intihar vakıalarının en düşük olduğu zamanların savaş zamanları olduğu tesbit edilmiştir.

Ruh sıkıntısının giderilmesinde sadece amaçlar da yeterli değildir. Çünkü amaç bir hedeftir. Elde edilmek istenen nihaî sonuçtur. Amaçlara anlam katmak, belki de en doğrusu olacaktır. Anlam nihai sonuçta değil, oluş tarzında gizlidir. Anlamsız hedefler hayvanlarda da vardır. İnsanın farkı, amaçlarına mânâ katmasıdır.

Bir amacın varolduğuna inandığımız zaman daha mutluyuzdur. Fakat amacı, sadece nefsi haz ve istekler olursa, böyle insan hayvan mertebesinden öteye geçemez. Amaçlarını ancak ulvî gayelerle süsleyen, himmeti milleti olan, insanlık olan insanlar hayatlarına kattıkları bu yüksek mânâlarla hakikî insan olup, hakikî lezzetlere de ulaşırlar.

İnsan için ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olmak tehlikeli bir durumdur. Daha tehlikelisi ise, istediği her şeye sahip olmaktır. Böyle olunca ulaşacak bir hedefi, tırmanacak başka bir dağı olmadığını anlayacak, bu hâl ise onu çeşitli sıkıntılara, doyumsuzluklara, huzursuzluklara taşıyacaktır. Büyük İskender artık fethedecek yer kalmadığını öğrenince günlerce gözyaşı dökmüştür.

Sıkıntı anları, aslında, insanın bir adım sonrasında çözüme ulaşabileceği, mânânın yakalanabileceği, böylelikle problemlerin aşılabileceği bir eşiktir. Yeter ki kişi, sıkıntıyı gidermek için bir çözüm arayışına girsin. Öncelikli adım, sıkıntının sebebini bulup gidermektir, bu önemli bir adımdır. Bundan sonraki aşamada ise, kişinin manevî dinamikleri, moral değerleri, şevk kaynakları devreye girer. Sağlam bir inanç sayesinde bir süre sonra problemlerini, teslimiyet ve tevekkülle çözmeye çalışacaktır. Teslimiyet ve tevekkül ise, iman altyapısında meyve veren değerlerdir. Kişi bu durumda da şöyle bir düşünce geliştirecektir. Geçmişteki sıkıntılar zaten geçmiş, zirâ sıkıntının bitmesi insana lezzet verir. Gelecek günler ise gelmemiş, olmayan bir şeye vücut vermek, olacakmış gibi düşünmek ahmaklıktır. O halde geçmiş ve gelecek sıkıntılarını güne taşımaya gerek yoktur diyecektir.

İman temelinde sahip olunan tevekkül ve teslimiyetle, beni duyan ve bilen, hatta en gizli hatırat-ı kalbimi işiten bir Rabbim var. Üstelik benim Rabbim hem merhametli ve kudretlidir. O’na hiçbir şey ağır gelmez. O isterse problemlerini hemen giderir. Gidermiyorsa da bir hikmeti vardır diyerek, psikolojisini rahatlatacaktır. Bu hal acziyetin ve zafiyetin anlaşıldığı bir andır ki, zaten kulluğun özü de budur. Belki Cenâb-ı Hak, kulunun bu halini, mevhum rububiyetini kırması, enaniyetini terk etmesi için vermiştir. Gerçekten de musîbet okununca terk edip gittiğine çok şahit olunmuştur. Bu düşüncelerin sonunda insan, bir de bakmıştır ki sıkıntı hastalığı kendiliğinden kaybolmuştur.

Bilindiği gibi bazı hislerin hem hakikî, hem mecazi; hem ulvî hem süfli yönleri mevcuttur. Bazı hassas ve ulvî ruhlarda görülen sıkıntı halleri manevî derece ile alâkalı olarak yaşanan bir hâldir. Daha çok manevî havanın bozulmasını hisseden âli ruhlarda, himmeti yüksek insanlarda görülür. Nasıl maddî hava bozulunca ruhlar müteessir olur, aynen onun gibi hassas ve hisli ruhlarda feraset ve basiret nimetlerinden istifade ederek, manevî havanın etkilerini ruhlarında sıkıntı suretiyle hissederler. Ulvî bir amaca yönelik bu sıkıntı hissi, himmetleri, duayı, ibadetleri, tövbe ve istiğfarı arttırmaya sebeptir.

Manen terakkî etmeyenlerde ise, sıkıntı hali, tövbe edilmeyen günahlar ve şükredilmeyen nimetler için bir nevi tokat ve belki de daha korkunç olan ümitsizlik hastalığına doğru sürüklenme sürecinin adıdır. Bu yüzdendir ki, ihlâs, amaçlara anlam katma işinden başka bir şey değildir. Yapılan ibadetler, hizmetler, içinde ihlâs barındırmazsa, sadece âyinlere ve meşguliyetlere dönüşecektir. Bu hal ise, bir süre devam ettikten sonra bütün bütün terk edilecek ya da alışkanlık hâline gelip, şuursuz bir hale bürünecektir. Resûlullah’ın şu hadisi bu meseleyi özetler niteliktedir: “Bir insanın kıldığı namaz onu kötülüklerden ve iğrenç şeylerden alıkoymazsa, onun Allah’tan uzaklaşması artar.” Bu yüzden olsa gerek, Risâle-i Nur müellifi İhlâs Risâlesine lâakal her on beş günde bir okunması tavsiyesini not düşmüştür.

Hâsılı, sıkıntı hastalığının bir tek sebebi vardır demek mümkün değildir. Fakat şöyle bir tesbit yapılabilir. Ehl-i imanda ihlâsın bozulduğu zamanlarda; ehl-i dünyada nefsin haz ve heveslerinin peşinde koşup, hayatın anlamını yitirdiği zamanlarda; avam olup fakat iman sahibi insanlarda daha çok tövbe edilmeyen günahların ardından; insaniyet ortak paydasında ise, amaçsızlık, hedefsizlik, anlamsızlık kısaca yaratılış hikmetinden uzaklaşıldığında; mânen terakki etmiş insanlarda kirlenmiş manevî havanın hissedildiği zamanlarda sıkıntı hastalığı baş göstermektedir. Sebepleri farklı farklı olan bu ruh ağrılarını gidermenin yolu da, bozulma nereden başladıysa, düzelmenin de aynı noktadan başlamak olacağını bilmektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*