Anlamsızlık hastalığı

Bu çağın en önemli hastalıklarından birisi de her şeyin anlamını yitirmesi, yani anlamsızlık hastalığıdır. İnsan, genelde bir şeyleri kaybetmeden, bozulmadan veya elinden çıkma tehlikesi olmadan, sahip olduklarının kıymetini bilememektedir. Öyle ki, kendi vücudundaki organları bile ancak hasta olduğu zaman fark edebilen insan, hayatında yaşadığı duygusal problemler, psikolojik hastalıklar ve temelde mânevî hastalıklar dediğimiz haller sayesinde de aslında kendi mahiyetinin farkına varmaktadır.

Yani bedenî sağlığını kaybedince maddî vücudunun kıymetini, mânen hastalanınca da insanlık mahiyetinin farkına varabilmektedir.

Müslümanlar her şeyin hikmetini okumakla vazifelidir. Böyle olunca insan maddî hastalıklar sayesinde maddesel bir keşif yapar ve sağlığının kıymetini anlar, tedavi ve koruma metotları uygular. Aynen onun gibi, mânevî hastalıkları da insanın enfüsî tefekkürünü yoğunlaştırması için, iç âlemine yolculuk yapıp, mahiyetine kodlanmış olan şifreleri çözmesi için belki de çok önemli bir adım olabilir. Bu iç âleme yapılacak yolculuk insanı yeniden insan yapmaktadır.

Enfüsî tefekkürün tafsilâtlı bir biçimde yapılması, insanın kendini keşfetmesine, kabiliyetlerinin inkişafına, en önemlisi de Yaratıcıya götüren bir sürecin vesilesi olmasıdır. Afakî tefekkür ise, insanı Yaratıcıdan ve kulluktan uzaklaştıran, aklı ve fikri dağıtan bir nazardır. Üstelik bu nazar, neticede Yaratıcıya ulaştırmazsa, insanı anlamsızlığa itecektir. Çünkü kesretin içinde boğulan bir insan, kendisini kulluğa taşıyacak ve yaratıcıya götürecek sorular soramaz. Sorsa da cevap bulamaz. Böyle bir insan da, nazarını gezdirdiği her hadisenin hikmetlerini göremez ve her şeyi abesiyet ve anlamsızlığa atar.

Enfüsî tefekkür, kişinin iç disiplini sağlaması açısından önemlidir. İnsan yüksek akıl ve ulvî hislerle, insânî ruhunu kazandıran düşüncelerle, kendisinin Yaratana karşı verilecek bir hesabının olduğunu düşünecektir. Bu düşünce başlı başına insanın mânevî hayatını disiplinize edecek ve insanı nefsin esaretinden kurtaracaktır. Nefsin esaretinden kurtulan bir insan, dış âlemde de başka esaretlerden, boğucu ve yıkıcı hadiselerden kurtulup, hakikî abd olacaktır. Aksi durumda ise, insan en başta kendine karşı ve diğer mahlûkata karşı sorumluluğunu kaybedecek, bunun sonucunda da ciddî mânevî hastalıklara düşecektir.

Anlamsızlık hastalığına mânevî kirlenme de denilebilir. Bu, daha çok maddiyâtı kutsayan ve hayatın en önemli amacının maddî refah olduğunu düşünen kapitalist bir anlayışın hastalığıdır. Biyolojik ihtiyaçlarını sonuna kadar karşılayan insan, mânevî ihtiyaçlarının farkına varmakta geç kalmaktadır. Bu durumda da yeni anlam arayışlarına girip, ahireti kazanmak için verilen bütün ulvî hisleri ve kabiliyetlerini, dünyaya hasrederek nefsin elinde öldürmektedir. Anlamsızlık hastalığının sonucunda insan, kendini ve hatta her şeyi tesadüflere atarak, mânâsız olduğunu düşünmeye başlar. Mânâ-i ismiyle bakan nazarları, Yaratana bakan yüzü göremez. Varlığın sebebinin kendi zatından olduğunu düşünür. Bu tehlikeli nazarlar önce kendinden başlar, yavaş yavaş kendini yüceltmeye, kutsallaştırmaya kadar giden firavun hastalığına tutulur. İslâmî literatürde enaniyet denen bu hal ile insan, kendi dışındaki mahlûkatı da anlamsızlığa, tesadüfe, abesiyete atar.

Her şeyi kendi ekseninde görüp değerlendiren bu insan, Yaratıcıdan kopuk nazarları ile bencilleşmiş ve istek ve arzularını mutlaklaştırmaya başlamıştır. Artık böyle bir insan arzu ve isteklerini gerçekleştirmek için hızla menfaatperest veya yıkıcı, yok edici bir ruh hâline bürünmeye başlar. İstekleri ifrat dereceye gelen böyle bir insan, hiçbir değer tanımayan bir âfet haline gelir. En başta kendi değerini kaybeden insanın gözünde mahlûkat da bir anlam ifade etmez. Böyle bir insanın hedefi, menfaattir. Bütün amacı, nefsin istek ve arzularını tatmindir. Hayatta düsturu, başkasını yutmakla beslenmek, zayıf olanı ezmek, hakkın değil, kuvvetli olanın üstün olduğu düşüncesiyle hareket etmektir.

Bu hastalık neticesinde insan hızla mutsuz olmaktadır. Bunu engellemenin yolu, hayatın anlamını, nereden gelip nereye gidiyor olduğunu idrak etmektir. Bundan başka hayatın bir amacının olması, bu amaca da anlam katmanın gerekliliği dikkat çekmektedir. Çünkü anlam katmak, amacı gerçekleştirmeye yardımcı olur. Ama bir amaç yoksa veya bulunmuyorsa, anlamların yararı daha az olur. Çünkü bir amacı olduğuna inandığı zaman insan daha mutlu olur. Hayatın anlam ve amacına ulaşmak ise, öncelikle bir yaratıcının varlığını kabul, sonra da her mahlûk gibi kendisinin de Malikü’l-Mülk’ün mülkünde vazifeli bir abd olduğunu idrak ile mümkündür.

Hâsılı, insanın anlamsızlık hastalığından kurtuluşu, ancak yaratılış hikmetini bilmesi ve buna uygun yaşaması ile mümkündür.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*