Sinema ve Hür Adam üzerine

Heyecanlı bekleyişin tırmanışa geçtiği dakikalar… Onlarca nurlu sima; çocuk, genç, yaşlı. Sinema salonunun kapısından beyaz sakalları göğsüne kadar uzanmış bir ihtiyar çıkıyor elinde bastonuyla. İşte o lâhzada, ‘sinema ve din’ konusunu irdeleyen lisans tezimi hazırlarken okuduğum satırlar suret giyerek canlanıyor karşımda, bugün bir benzerini yaşayarak şahit oluyorum.

 

1970’li yıllar ile Yücel Çakmaklı’nın başlattığı Dinî/Millî/Beyaz Sinema dindar halkın Yeşilçam’a olan küskünlüğünü sona erdirir. Sinema salonları genç yaşlı demeksizin hınca hınç dolar. Çarşaflı teyzeler, sakallı amcalar kendilerini izleyici koltuklarında buluverir. Onlar gâvur icadı olarak nitelendirdikleri sinemanın güzel işlere imza attığını görünce husûmetten vazgeçerler, bu duygu yerini muhabbete bırakır.
Evet, sinema, 21. yüzyılın ‘tebliğ aracı’ bütün cazibesiyle karşımızda. Albenisinin ve çekiminin farkında. Keşfedilişinden bu yana nazar-ı dikkatleri üzerine çeken ve yıllar geçmesine rağmen büyüsünden hiçbir şey kaybetmeyen önemli bir icat. Mesaj vermekteki başarısı yadsınamaz. Günümüzde ise bu etkin silâhı kullanmayan yok.
Sonunda bu muazzam gücün değerlendirilmesiyle bir Bediüzzaman filmi çıktı ortaya. “Hür Adam” gündeme oturması, zihinlerde soru işaretleri yakması, meraklılarını araştırmalara sevk etmesi açısından önemli bir film.
Bediüzzaman’ın san’at ve sinema hakkındaki görüşlerin aktarılmasıyla başlayan film bizim camiaya okkalı bir gönderme yapıyor. 1970 tarihinde doğup hızla yükselişe geçen Beyaz Sinema son örneklerini 1995’de gösterdi. O günden bugüne şöyle adamakıllı bir dini filmle karşılaşamadık. Günümüz Türk filmlerinde ise ezan, hoca, cami, zikir halkaları gibi dinî motiflerden birer avuç izler bulduk sadece.
Hür Adam, yeni bir dönemin kapısını aralayan bir şavk, bir parıltı, bir ziya. Belgesel tadında. Üstad Said Nursî’nin hayatı dönem dönem aktarılmış. Hayatına vâkıf olmayanlar ilk bölümdeki aktarımlardan pek bir şey anlayamayabilir. Ancak ikinci bölümle beraber konu Üstadın dâvâsı üzerine yoğunlaştıkça ortaya anlaşılır bir hikâye çıkıyor. Barla ve Emirdağ dönemi üzerinde ziyadesiyle durulmuş. Aslında Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı bir filmle anlatılacak gibi değil, bunu anlıyoruz izledikçe.
Anlatımda flashbacklerin kullanılması ilgiyi sıcak tutuyor. Çınar ağacı yaprağına ve şemsiyeye yapılan göndermeler oldukça hoş olmuş. Kürtçe konuşmalar, Türk-Kürt kardeşliğine vurgu önemli işaretler taşıyor. Sırf bu konu üzerine bile uzun inceleme yazıları kaleme alınabilir.
Olumsuz özellikleri ve eksiklikleri de var elbet. Güneş gözlüklü bir Üstad profili tuhaftı. Neredeyse şapkalarıyla bütünleşmiş ağabeyler de şaşırttı bizi. Talebelerine dert yanan, çilekeş Üstad figürü de bizim Tarihçe-i Hayattan öğrendiğimiz/tanıdığımız/düşlediğimiz Üstad’a benzemiyordu.
Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen, bir hayli etkilendim ben. Kimi yerde hüzünlendim, gözyaşlarıma yol verdim. Filmle beraber yeniden öğrendim; karşımda son derece şefkatli, merhametli aynı zamanda kimseye eyvallah demeyen bir Üstad vardı. O, benim Üstadım Bediüzzaman Said Nursî idi.
Hâsılı kelâm bir filmle kalmamalı, devamı gelmeli bu destansı hayatın. Dimağlarda bir nur olmalı, kalplerde bir ışık.
Filmin güzel başlangıçlara, hayırlara vesile olacağı inancı ve duâsıyla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*