Tahirî Mutlu Ağabey

Tahirî Ağabeyi 1973 yılının başında Ankara’da tanımıştım. 7 Ocak 1973’de dershanede kalmaya başladım.

Ankara’da o zamanlar Bayram Ağabeyin kaldığı 27 numara diye adlandırılan bir dershane vardı. Tahir Ağabey de Ankara’ya gelince orada kalır ve biz de onu görmeye giderdik. Bir defasında namaz kılmak için hazırlandık ve ben onun yanında saf tuttum. Bana baktı, kulağıma eğilip git ceketini giy dedi. Kendisi çok takva sahibi biri olduğundan etrafındakileri de teşvik ederdi. Namazdan sonra yapılan dersi dinlerken hiç sağa sola, gelene gidene bakmadı. Sanki okuyanın sesinden başka hiçbir şeyle meşgul olmadı. Ve bize ders dinlemede de numune-i imtisal oldu. Demek ki; abi olmak böyle bir şey.

Nurcuların abisi demek, onlara örnek olmak demektir. Yoksa aralarına ihtilâf sokup paramparça etmek değildir. Ya da her ihtilâflı ortamda ayrılıkları körükleyip, ayrılanları kucaklayarak daha ötelere ayrıştırmak değil. “Benim dediğim olmazsa olmaz” diye inat edip, “Sonu Cehennem de olsa dönmem” demek değildir.

Sözler Yayınevi kurulduğunda yönetim kurulunda o da vardı. Nurcuların morali gayet yüksek ve enerjileri pozitifti. Her şey hizmet için seferber ediliyor ve gece gündüz herkes koşturuyordu. Bizler dershanede günde en az 30 sayfa Risale okuyoruz, eğer okuyamamışsak tamamlamadan okula gitmiyorduk. Birinci ders gider ve bazen ikinci ders de kaçmış olurdu. Fakat otuz sayfa eksilmezdi. Diğer taraftan şeytan ve avanesi de boş durmadı. Hizmette temayüz etmiş bazı şahıslara şiddetli tuzaklar hazırlanıyordu. Ufak tefek meşrep farklılıkları körükleniyor ve Nurcular parçalanmaya sürükleniyordu. İhlâs ve uhuvvet düsturlarına uyamayanlar, tehlikeyi göremeyerek sağa sola savruluyorlardı.

Bir Cumartesi sabah namazı dersinden sonra, bizimle kalan bir vakıf ağabeyimiz “Bir mektup geldi onu okuyorum” dedi. Mektup Tahirî Mutlu Ağabeyin imzasını taşıyordu. Mektubun içeriği ise Yeni Asya gazetesi ve yayınları hakkında idi. Hizmete zarar verdiğinden dem vurulup, derhâl dershanelerden atılması ve ne şekilde olursa olsun bir daha sokulmamasından bahsediliyordu. O zaman maalesef Ankara’da Yeni Asya hakkında kafalar çokça karışıktı.

Bu mektuptan sonra daha da karmaşık bir ortam hâsıl oldu. Her yer çalkalandı ve bir hafta sonra yine Cumartesi sabah namazından sonra ikinci bir mektup okundu. Bu sefer mektupta hem Tahir ve hem de Sungur Ağabeylerin imzaları vardı. Mevzu ise geçen haftaki mektup idi. Mektuptaki imzanın, Tahir Ağabeye ait olduğu, ancak muhtevasının kendisine anlatılmadan yanında kalan bir işgüzarın, ona olan itimadını kötüye kullanması sonucu kaleme almıştı. Mektubu hazırlayan belli, Tahir Ağabey’in yanında kalıyor ve “Ağabey hizmetle alâkalı çok önemli bir husus var imza atıver” diye geliyor, abdest alırken imzalattırıyor, o da itimattan muhtevasını okumuyor. Ama ok yaydan çıkmış ve tahribat yapılmıştı. İkinci mektup, birincisini hükümsüz kılmak için yazılmıştı. O ara Tahirî Ağabey, kızının yanına gidiyor ve bu hadiseden ağzı yanmış bir vaziyette, “Bu zamanda babana da güvenmeyeceksin, adamı ayakta uyutuyorlar” diye dertlenmişti (Torunu ifade etti). Bu karışıklıklar Ankara’dan sonra İzmir’de de baş gösterdi. Yeni Asya yayınlarını dershanelere sokmamaya başladılar. O dönemde öne çıkmış hoca lâkaplı biri, Nurcuları bölme işinin içine düştü. Bilerek veya bilmeyerek! Tahirî Ağabey sözler yönetiminden istifa edip yerine o hocanın alınmasını arzu etmişti. Ta ayrılıp gitmesin, kurda kuşa yem olmasın. Vâ- esefâ.

Tabi nereden nereye, benim amacım Tahir Abiyi anlatmak, ama nereye geldik. Onu en son 1977 Şubat sonunda görmüştüm. Tuzla’da yedek subay öğrenci eğitimini bitirdik ve yedek subay kur’alarını çektik. Arkadaşlar içerisinden en uzak kur’a bana tevafuk etmişti. Hakkâri seyyar jandarma, ben biraz üzülür gibi oldum ve arkadaşlar beni teselli ettiler. Benim gibi acemi eğitimini bitiren bir kardeşle beraber, İstanbul’dan ayrılmadan buradaki abileri ziyaret edelim dedik. Zaten her hafta sonu dershanede kalıyor ve gazeteyi ziyaret ediyorduk. Öğle Namazını Abdullah Ağabeyin (Yeğin) yanında kıldık. Biraz ders, biraz sohbet helâlleşme derken, ikindi namazından sonra Tahir Ağabey’e gittik. Namazını kılıp odasına çekilmişti. Biz meramımızı anlattık, orada kalan bir kardeşimiz “Bu saatten sonra ziyaretçi kabul etmez, odasından çıkmaz” dedi. Biz de; “kısmet değilmiş hürmet eder ellerinden öperiz, bize duâ etsin” deyip ayrılıyorduk ki, tam o sırada biz ayakkabılarımızı bağlarken o kardeşimiz geldi ve “Tahir Ağabey sizi çağırıyor” dedi. Bizi kendi odasına kabul etti, hoşbeşten sonra bana epeyce teselli verdi. Ayrılırken bizi dış kapıya kadar uğurladı ve duâ etti.

Bir buçuk ay kadar sonra, Hakkâri ili, Çukurca ilçesi, Uzundere takım komutanlığına getirttiğim haftalık Yeni Asya gazetelerini, vadiye bakan bir yamaçta okurken vâ-hasretâ Tahirî Ağabeyin vefat haberini okudum. Gayrı ihtiyari çok hüzünlendim. Kuş uçmaz kervan geçmez (o zaman için) bir dağ başında, müfritane irtibat gereği, gazetem bana haber vermişti. İki sene sonra torununu istemek nasip oldu ve “Bize 15 gün müsaade edin” dediler. İkinci günü Antalya Gödene yaylasında okuma programı var. Sabah dersini yaptıktan sonra, kaylule için bir çamın altına yatmıştım. Tahir Ağabey çok ciddî bir şekilde elini yandan yukarı doğru sallayarak “Verdim” dedi ve beni vesveseden kurtardı. Ben de “İsterseniz bir 15 gün daha bekleyebiliriz” dedim. Allah’a sonsuz şükürler olsun. Meğer benim dedem de olacakmış, ben nereden bileyim. Ama o bildiğini bildirdi. Allah (cc) hepimizi şefaatine nail eylesin. Âmin.

Sabahattin Boyacı

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Allah Merhum Tahiri Mutlu Ağabeye rahmet eylesin, yeri daim Cennetlik olsun.Amin

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*