Vicdan ve güven duygusu

Akli melekelerini yitirmemiş bir insan insaflı olur, vicdanla yaşar. Her söylem ve davranışlarını vicdani kıstaslara göre yapar. İnsanlar hakkında kötülük düşünen ve fenalık yapanlara vicdansız, bunun tam tersi iş görenlere de vicdanlı diyoruz. Bunlar sosyal hayatta, ekseriyetle istimal edilen, dillendirilen terimlerdir.

Peki vicdan denilen bu mümtaz duyguyu nasıl tanımlayabiliriz.

Kısaca vicdan: insanın içinde bulunan manevi duygulardan meydana gelen vicdani his ile, iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilikten haz ve lezzet duyan ve kötülükten de hüzün, gam ve elem duyan manevi bir his, bir duygudur diye tarif edilebilir.

Bu vicdan dediğimiz his, insani değerleri dengeleyen ve bu değerlere istikamet veren en önemli duygulardan biridir.

Vicdan, bir manayı ifade eder. Yani varlığı düşünce yoluyla kabul edilen, ancak zihinde belli bir görüntü veya tasavvur uyandırmayan bir kavramdır.

Sağlıklı vicdani duyguya sahip birinin, şayet iyilik eder ve güzel bir davranış yaparsa lezzet alabiliyor ve gönül rahatlığı ile uyuyabiliyorsa, o fiili veya söylemi vicdanidir denilir. Eğer bu davranışlarından ötürü uykusu kaçıyor, kendisine elem ve ızdırap veriyorsa, o vicdana aykırı bir hareket olarak kabul edilir, o şekilde algılanır.

Netice itibariyle insan fıtratı, yalan söylemez. Her bir insan yaptıklarının fena bir iş olduğunu veya güzel bir eylem veya iyilik olduğunu bilir. Madde ve manasıyla sağlıklı olan bireyler, kusur ve hatalarından ötürü pişmanlık hisseder ve o yanlışlardan döndükleri gibi, yaptıkları o kötülüklere bedel, artık iyilikle muamele etmek suretiyle o kusurlarını da telâfi edebilirler. Ve yeri geldiğinde özür dilemesini de bilirler. Zira özür dilemek ve gönül almak haddizatında bir erdemlik ve kadirşinaslıktır. Özrünü beyan etmek insanı küçültmez, tam aksine büyütür, ona itibar kazandırır, şerefine şeref katar.

Vicdan, bir tek duygudan ibaret değildir. Bediüzzaman; vicdanın ve ruhun dört unsurundan bahseder. Bunlar: “İrade, zihin, his ve Lâtife-i Rabbaniyedir. (bunların) her birinin gayatü’l-gayası ( ulaşılacak en son noktası) vardır.

İraden ibadetüllâh (Allâh’a kulluk)tır.

Zihnin marifetüllâh (Allâh’ı bilme ve tanıma)dır.

Hissin muhabbetüllâh (Allah sevgisi)dır.

Lâtifen müşahedetüllâh (Allah’ı müşahede)dır.

Takva denilen ibadet-i kamile (eksiksiz kulluk), bunların dördünü tazammun eder (içine alır) diye izah eder.(1)

Bu izahtan anlaşıldığı üzere vicdan; dört mükemmel duygunun bir araya gelmesiyle hasıl olan donanımlı insani değerlerin başında gelen, bir temel duygudur. Bu kamil, vicdani değerlere sahip olanlara ne mutlu.

İnsanlar hakkında fena düşünmek ve kötülük yapmanın değişik yol ve yöntemleri vardır. Bunları kısaca üç şekilde mütalaa edebiliriz.

Bir: Doğrudan doğruya bizzat kendisinin insanlara zulmetmesi, haksızlık yapması ve mağdur etmesidir.

İki: Dolaylı yollardan birilerini azmettirmek veya talimatlar vermek marifetiyle, bu kötülükleri yaptırmasıdır.

Haliyle, “Es-sebebu kel fail” kaidesince sebep olan, azmettiren aynen o fiili yapan gibidir. Bunun hayır ve şerde veya iyilik ve kötülükte olmasının hiç farkı yoktur.

Üç: Gerçeğe aykırı olarak sevmediği veya kendisine muhalif addettiği insanları, yalan ve yanlış bilgilerle İhbar etmek suretiyle, ifsat etmek. Yani o kimsede bulunmayan bazı suçlarla onu itham etmek veya iftira atmak suretiyle, malına ve canına kastetmek üzere, mağduriyetine sebep olmaktır.

Görüldüğü üzere, bu biçim ve yöntemlerle çevrelerine zarar verenler, hiç bir zaman ciddi anlamda sevilmezler, huzurla ve mutlulukla yaşayamazlar.

Bu tip insanlar, “Bir şey iki kişi arasında cereyan ederse, o sır olmaktan çıkar.” hakikatinin sırrıyla, perde arkasında yaptığı o kötülüklerin, birileri tarafından bilindiğini vehmederler ve bu şüphe ve vehimle sürekli insanlardan korkarlar ve kendilerini sosyal hayattan tecrit ederler.

Genellikle bu tarz insanlar içtima-i (sosyal) hayatta itibarsız oldukları gibi, psikolojik bir eziklik içerisinde yaşarlar. Bazı kesimlerden hürmet ve saygı görüyorlarsa eğer; bu da ya korkudan veya onların şerlerinden korunmak içindir.

Konuya bir kaç örnekle nihayet vermek isterim.

Birincisi: Eski koalisyon hükumetlerinin birinde Başbakan yardımcısı ve parti başkanı, Çankaya’da kaldırımda bir sarı ticari taksiye el kaldırır. Taksiye binince şoför, “Aaa ne kadar da falancaya benziyorsunuz” deyince; adam, “Doğrudur, o bizzat kendisidir.” Diye cevap verince; şoför, “Ama korumalarınız yok, tek başınızasınız.” Dediğinde de, “Ama ben hiç kimseye kötülük yapmadım ki.” Diye karşılık veriyor.

İnsan kötülük düşünmedikçe ve her hangi birilerine fenalık yapmadığı sürece hep güven içinde olur, huzurla ve mutlulukla yaşar.

Kıraathanelerde gençlerle çay içen, parklarda yaşlı emeklilerle hasbihal eden, kısaca halk ile iç içe yaşayan nice mülkiye amirlerini, Vali ve Kaymakamları gördük.

Sosyal medyada hatıraları, menkıbeleri yansıyan ve “Süper Vali” olarak meşhur Recep YAZICIOĞLU hiç unutulmayacağa benziyor. Biz küçükken, Mardin’ın bir Celâl KAYACAN valisi vardı. Hala ismi güzel hatıralarla dilden dile dolaşmakta ve anlatılmaktadır.

Sırf vicdani davranışlarından ve hep iyilik düşündüğünden dolayı, meçhulden gelen ve üzerine yağan kurşunlarla şehid edilen, Diyarbakır eski Emniyet Müdürü Gaffar OKAN’nın ismi hep hayırlarla yad edilecektir. O, “Diyarbakır halkına eziyet edeni yakarım.” Unutulmaz sözleriyle, Diyarbakır’lıların gönlüne sevgiyle yerleşen müdür olmuştur. Bu sevgiye istinaden, özellikle o dönemlerde Diyarbakır’lılar, doğan erkek çocuklarına GAFFAR ismini çoklukla ve gururla verdiler.

Bütün bunlardan bahsederken; “Dicle kenarında bir kurt kaparsa bir koyunu,

Gelirde adl-ı İlahî sorar Ömer’den onu.” Diyen ve yönetim ve sorumluluk endişesiyle gözüne çoğu zaman uyku girmeyen Ömer’den söz etmemek ve ihmal etmek olmaz.

Uzak diyarlardan, araştırma ruhuna sahip bir gayr-i müslim, Medine’ye varıp Hz. Ömer’i görmek ister. Medine’ye dahil olduğunda rast geldiği ilk kişiye Ömer’i sorar.

Ömer’in, mütevazi bir çalışma yeri vardır. Oraya vardıklarında O’nu yerinde görmezler. Zira o an yerinde yoktur. Nerede görebileceklerini sorduklarında;

Arada bir yorgunluğunu gidermek ve bir nebzecik dinlenmek üzere kenar mahalleden, dışa doğru uzayıp giden, filancanın sakin hurma bahçesine gider, demişlerdi.

Bunun üzerine rehberin refakatinde misafir adam, anılan bahçeye gelirler. Uzaktan birinin kılıcını ağaca astığını ve uzun uzadıya yatıp uyuduğunu görürler.

Refakatçi adam, “Ha işte Ömer oracıkta uzanmış uyuyor! ” Deyince; yabancı adam hayretle; “Ama bu ıssız yerde, bu koca devleti yöneten Ömer’in yanında ne bir bekçi ve ne de bir koruma memuru bulunmadan, burada nasıl tek başına bulunabilir, bunda olsa olsa bir yanlışlık olmalı.” Deyince, yanındaki Müslüman, Medine yerlisi adam; “Bu Ömer’in ta kendisidir.” diye sözünü tekrar te’yid edince;

Yabancı elini Ömer’e doğru uzatarak: ” Âdelte, Eminte, Nimte.” Diyerek Ömer’in dininin hak olduğunu izhar eder ve İslâm’a dahalet ederek, iman eder.

Zira bu veciz sözlerinin çok derin manaları söz konusudur. O manada şudur:

“Şüphesiz ey Ömer! Sen her işinde, her icraatında hak’tan ayrılmadan, hep adil oldun, adaletle hükmettin. İnsanlara dini, dili, ırkı ne olursa olsun, eşit davrandın ki, insanların şerlerinden, yani sana zarar veremeyeceklerinden emin oldun. İnsanların güvenini kazanan, onların şerlerinden emin olan, kendisini güvende hisseden, ancak korkusuzca bu çölde, bu ıssız yerde uyuyabilir.” Diye fikrini ve hayretini dile getirdikten sonra, kendisini de bu emniyetli güven ortamına dahil eder. Yani mümin olur.

Hayat, kendi seyrinde akar gider. Ama hayatın değerli olması veya olmaması, o kişinin kullanma şekline bağlıdır. İnsandan geriye kalan sadece, insanlık adına yaptığı hayırlı iyi işlerdir. Akıllı bir insan için mühim olan; bu Dünya’da hoş bir sada bırakmak ve hep hayırla ve sevgiyle anılmaktır.

Sabit ve kat-i şaşmaz bir kuraldır: Hiç kimseyi incitmeyen ve haksızlık etmeyen, sadakattan ayrılmayan ve her işinde adil olanın, başı her daim dik, alnı açık bir şekilde, şeref ve itibarıyla ve mutlulukla yaşar.

“Akıl gibi zenginlik, cehalet gibi yoksulluk, iyi ahlak gibi miras, ilimden daha büyük şeref olamaz.” HZ. ALİ.

DipNotlar:

(1) Hutbe-i Şamiye s,138

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*