Yerine göre meziyetleri kamufle etmekte fayda var

Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar meziyetlere, kabiliyetlere, feyizlere, faziletlere sahip olan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bütün bunların yüce Allah’ın kendisine bahşettiği birer lütf-u İlâhî, birer ikram-ı İlâhî olduğunu kabul eder.

Kendisinde var olan onca özellikleri, onca meziyetleri de çoğu zaman nazarlara vermekten kaçınarak kamufle eder. Aslında bu onun mahviyet ve tevazuda da izahı mümkün olmayan bir mertebede olduğunun en belirgin, en açık bir işaretidir.

Şu ifadelere bakın: ” Ben bir ders arkadaşınızım.. Ben üstad da değilim.. Ben bir kuru çubuk hükmündeyim.. Ben bir çekirdektim çürüdüm.. Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.. Ben nefsimi terbiye etmemişim.. Kimse beni inandıramaz ki ben iyiyim..”

İlmiyle irfanıyla, cesaretiyle metanetiyle, sebatıyla sadâkatıyla, basiretiyle ferasetiyle nümune-i imtisal ve olan, çağların adamı bu eşsiz mürşid-i kâmilinin, o altı bin sayfalık Nur Külliyatı’nı da sahiplenmeyip; “o benim aklımın, zekâmın eser değil; o tamamen bir ikram-ı İlâhî ve ilham-ı İlâhîdir” diyerek kendini devreden çıkarıyor. İslâm tarihinde başka emsali var mı bilemiyorum.

Bunca özellikler ve güzelliklere sahip olduğu halde mahviyet ve tevazuyu elden bırakmayan Bediüzzaman’ın bu gıptakârane tavrı bana bir de kendilerinde azıcık bir meziyet, bir istidat, bir kabiliyet bulunduğu zannıyla kabına sığmayan, gurur ve enaniyetin verdiği kibirle çevrelerindeki insanlara tepeden bakan günümüzdeki sözde bazı ilim adamlarını, yazar çizerlerini derhatır ettirdi. “eynes-sera-mines-süreyya”

Yapmadığı, yerine getiremediği hiçbir şeyi başkalarına tavsiye etmekten imtina eden Üstad Bediüzzaman, mahviyet ve tevazuu hususunda da örnek yaşantısıyla kendisi rehber olduktan sonra talebelerine de bakın Lemeâtta hangi tavsiyelerde bulunuyor: “Meziyetin (üstün özelliğin) varsa, hafa (gizlilik), meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın, tâ neşv-ü nemâ bulsun.” Demek ki kabiliyetler, özellikler gizli kaldıkça neşv-ü nema ederek değer kazanmış oluyor.

Üstad devamında; “ey zihassa-i meşhure (önemli özelliklere sahip insan) taayyünle (görünmekle) zulmetme, ger perde-i hafanın altında sen kalırsan, ihvanına verirsin ihsan ve bereketi.” bu ifadeler ile de bazı özelliklerinin, kabiliyetlerinin sevkiyle devamlı önde görünüp, vitrine çıkmanın bir nevi dâvâ arkadaşlarının hukuklarına tecavüz hükmüne geçtiğini; perde arkasında kalmanın da onlara bir çeşit ikram ve ihsan sayıldığını haber veriyor Bediüzzaman.

Kısaca bütün meziyetlerimizin, özelliklerimizin, güzelliklerimizin bizim değil; hepsinin birer ihsan-ı İlâhî, birer ikram-ı İlâhî olduğunu dolayısıyla bunların birer sebeb-i fahr ve gurur değil; birer vesile-i mahviyet ve tevazu olmasının şuuru ile bize tevdi edilen bu kabiliyet ve istidatları da Üstad Bediüzzaman’ın tavsiye ettiği gibi gizleyip, kamufle etmekte fayda var.

Hüseyin Gültekin

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*