Her ışık kararacak, her yeni eskiyecek. Sesler susacak, ikindinin hüznü düşecek gönüllere. Varlık, mevcudât ne kadar sahici, gerçek ve bizdense, yokluk ve ölüm de o derece sahici. Yüzümüzü yalayıp geçen rüzgârın bir anlık bıraktığı serinlik… Gökyüzünün yavaş yavaş kararan ufku ve bulutların yansıyan silüeti… Bir gün daha bitti.
Yorulmaz maceralar kovalıyor bizi. Rengârenk iplikler örüyor dünyamızı. Hadiselerin baş döndürücü değişkenliği ve çabukluğu, bize kendimizi bile unutturuyor. Baloncunun renk renk balonlarından gözünü alamayan çocuğun onun peşine takılması gibi serencamımız. Kopamadığımız dünyanın büyüsünde kayboluyoruz. İlerleyen günler, geçen dakikalar, ikindiler, akşamlar, giden yolcular çok da ayıltmıyor bizi. Sessiz bir gecenin mahmurluğu var üzerimizde. Yokluk değil, yokluğa ses çıkarmak korkutuyor.
Örümcek ağının ipleri gibi iplerle ördüğümüz hayat yolları, basit bir sebeple yıkılıveriyor bazen. Elimizde tutamıyor, kendimize yâr edemiyoruz. Şaşırıp kalakaldığımız yollarda, yapayalnızlık… Sendeleme ve ağır bir yenilgi… Sonuç: Ölüm bir, insan sıfır..
Her türlü macerayı alın yanınıza. En uçarı halinizi, en coşkun hayallerinizi, en kedersiz günlerinizi yoldaş edin. Yanınızda yürüsünler. Keder, hüzün tanımayın hiç. Gölgeleri bile düşmesin üzerinize. Varacağınız yer tel tel ayrılmış birliğiniz ve ahirete meyvesi düşen amelleriniz olmayacak mı? O halde nedir, bunca yükü sırtımıza alma çabamız? Nedendir, her şeye el atış mücadelemiz? Küçücük bir mikroba yenilen insan bedeni, neyi yeterli görür kendine? Hangi fanustur onu aydınlatan?
Soru işaretlerinin mengenesi sıkıştırırken düşünceleri, ruhumuz başka enginliklere gönlünü açmakta aslında. Elindeki bütün silâhları bırakıp teslim olan suçlu ürkekliğindeyiz. Mahcup ve müteellim… Varlığın Sahibi’ne teslim olmanın mutmainliği, gelip yakalıyor bizi. Hürriyete kanat çırpan üveyikler gibiyiz. Umudu kovalıyor, maverayı özlüyoruz. Farklı iklimlerde, yağmurların altında ıslanıyor, secde-i şükrana varıyoruz. Varlığın, hadiselerin ve ölümün hakikatine râm olanlar, yollarda takılıp kalmaz, güneşe sırtını dönmezler. İman nurunun gelip kurtardığını, çamura batıracak hiçbir kuvvet olamaz.
Hayatın keşmekeşi, koşuşturma ve telâşesi, hep baki bir yurdu haykırıyor. Sınırsız istidatlarımızın çok azını kullanarak geçtiğimiz bu dünya, bizim her arzumuza kâfi gelemez. Can suyunu Hayy ummanına daldıran Hak, geçici hayat ipleriyle boğulmamızı istemez. Muhyi ve Mümit isimleriyle bize kendini tanıttıran Zât, varlık diliyle anlattığını, ölümün diliyle de anlatıyordur.
Boşluğun ve abesiyetin zincirinde tutuklu kalmak, hayatı tadan ruhların başına gelecek şey değildir. Var olan tek bir hakikat var ve her zerre, her şeyiyle oraya akıyor.
Kâh sesiyle, kâh sessizliğiyle…
Havva Küçük KONUR
Benzer konuda makaleler:
- Ömür geçti, ah ile
- Cennettesin
- Kur’ân’ı anlamak
- Bir 29 Mayıs
- Kâinatın efendisi Hz. Muhammed (asm)
- Şimdi gül mevsimi
- Hazar’da, hazanda durmaz mıyım?
- Gündüzlerin Gündüzalpleri
- Youtube Kuşağı
- Vakt-i diriliş
“Asrın müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur’ların medyadaki katıksız dili olmaya özen gösteren Yeni Asya, sağduyulu çizgisinden ödün vermeden ‘doğrunun yanında haklının sesi’ olarak milletimizin gönlünde taht kurmuş bir misyon gazetesidir.”
İlk yorum yapan olun