Zembilli Ali Cemali Efendi (?-1525)

Risale-i Nur’da cin ve insin şeyhülislamı olarak zikredilen (Şualar, 335) Zembilli Ali Cemali Efendi, Karaman’da doğmuştur. Kaynaklarda doğum tarihi hakkında yeterince bilgi verilmemektedir. II. Bayezit, I. Selim ve I. Süleyman zamanlarında şeyhülislamlık yapan Ali Cemali Efendi, padişahın sınırsız yetkilerini dinin adalet anlayışı çerçevesinde sınırlamasıyla tanınmıştır.

Tahsilinin önemli bir kısmını Karamanlı Hamza, Molla Hüsrev ve Hüsamettin Efendi gibi tanınmış alimlerden aldı. Karamanlı Hamza’dan ders aldıktan sonra İstanbul’a gelip burada Molla Hüsrev’den ders aldı. Bu hocasının tavsiyesiyle Bursa’da Mevlana Muslihiddin’den din ilimleri ile fen ilimlerine dair dersler aldı. Tahsilini tamamlaması üzerine Fatih Sultan Mehmed zamanında Taşlık (Edirne) medresesine müderris olarak atandı.

II. Bayezid’in tahta geçmesinden sonra kendisiyle yakından ilgilenilerek müftülük ve müderrislik görevleri verildi. Devlet nezdindeki hizmetlerini başarıyla ifa ederek; derin bilgisi, adil davranışları ile kısa zamanda meşhur oldu. Devletin muhtelif yerlerinde müderrislik yaptıktan sonra, 1503 yılında başladığı şeyhülislamlık görevini vefatına kadar devam ettirdi.

Yavuz Sultan Selim, saltanatı boyunca onu makamında tuttu. Dengeli ve temkinli tavırlarıyla Yavuz Sultan Selim’in birçok haksız ve yersiz hatasını önledi. Kaynaklar, Ali Cemali Efendi’nin fikirlerini müdafaa konusunda pervasızlığı, hatasını gördüğü şahsın padişah dahi olsa yüzüne karşı söylemekten çekinmediği, yanlış hareketleri vaki olan padişahın huzuruna aniden girmekten çekinmediği konusunda hemfikirdirler. Birçok kişinin haksız yere idam edilmesine mani oldu. Azledilen bazı devlet memurlarının görevlerine iade edilmelerini sağladı. Mesela; Padişah, Hazine-i Amire çalışanlarından 150 kişinin idam edilmelerini emreder ve haber Zembilli Efendi’ye ulaşır. Bunun üzerine hızla hareket ederek padişahın huzuruna çıkar. Mani olmaya çalışır. Bu hareketi devlet işlerine müdahale olarak gördüğünü söyleyen padişaha; “Müftü, hükümdarın ahiretini korumakla mükelleftir. Amacım, asla devletin işlerine karışmak değil aksine sizin ahiretinizi kurtarmaktır.” cevabını verir. Söz konusu insanların kurtulmasına vesile olduğu gibi, işlerine iade edilmelerini sağlar. O dönemde padişahın hatasını yüzüne karşı söylemek bir yana; huzuruna çıkmanın dahi büyük bir cesareti gerektirdiği hatırlanırsa, söz konusu davranışın önemi daha da iyi anlaşılır.

Bir başka hadise de Edirne yolu üzerinde ve at sırtında cereyan eder. Yasak edilmesine rağmen ipek ticaretini yapan 400 kişinin idam edilmesine karar verilir. Zembilli, ülkede bu işle meşgul bir idarenin varlığının (harir eminliği) ipek ticaretine bir ruhsat olduğunu ve böyle bir cezanın verilemeyeceğini bildirerek, tüccarların serbest bırakılmalarını talep eder. Hatta daha da ileri giderek padişahın verdiği karara karşı, ona selam vermeden atını sürüp gider. Edirne’ye vardıklarında hiddeti geçen padişah, hatasını ve Zembilli’nin haklı olduğunu anlayarak, tüccarları affeder.

Yavuz Sultan Selim, çok değer verdiği şeyhülislamına bu makamın yanı sıra Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerini teklif eder ancak, vicdani mesuliyetinin ağırlığından korkarak bu teklifi kabul etmez. Bu sırada söz konusu makamlar birbirine denk tutulmasına rağmen, kazaskerler divanın tabii üyesi olup toplantılara sürekli katılırken, ilgili bir konu olduğunda şeyhülislam da toplantıya katılırdı. Giderek şeyhülislamlık makamı ön plana çıktığı gibi, kazaskerlerin tayininde de şeyhülislamın etkisi vezirlerin etkisini geçti. Bilahare bu makam, tüm ilmiye sınıfının riyaseti haline getirilmiştir.

Meşhur Osmanlı tarihçisi Hammer’in kaynak göstermeden aktardığı bir hadisede Zembilli’nin, Padişahın üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir. Günün birinde Padişah Zembilli’ye; “bütün dünyayı fethetmek mi; yoksa, bütün insanları Müslüman yapmak mı daha evladır?” şeklindeki sorusuna karşılık, “Müslüman yapmak daha üstündür” diye cevap verir. Bunun üzerine Padişah, Osmanlı topraklarında Hıristiyanlığın yasaklanmasını ve Müslümanlığı kabul etmeyenlerin idam edilmelerini emreder. Zembilli hemen harekete geçerek, Sadrazam Piri Mehmed Paşa ile birlikte Rum Patriği’ni, maiyetiyle beraber Padişahın huzuruna çıkartır. Patrik, dini serbestinin Fatih Sultan Mehmed tarafından tanındığını, cebren Müslüman edilmeyeceği taahhüdünde bulunulduğunu, bunu havi fermanın bir yangında yandığını söyler. Üç yaşlı yeniçeri de şahitlik yaparak olayı doğrularlar. Yavuz, emrini geri çeker ve böylece Zembilli, Hıristiyanların kurtulmalarına vesile olur.

Dürüstlüğünü ve cesaretini hiçbir zaman yitirmeyen, doğruları ömrünün sonuna kadar söylemekten çekinmeyen Zembilli, bu özelliğini Kanuni zamanında da devam ettirdi. Bu durumunu gösteren bir hadise de Risale-i Nur’da geçmektedir. “Hakikatlı Bir Latife” başlığı altında aktarılan hadisede Avrupa’dan alınan kanunlar eleştirilmektedir; “Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit Şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 143)

Zühd ve takva sahibi olup bütün ömrünü ilim, ibadet, ders ve fetva vermeye hasretti. Kendisinden fetva isteyenlere kolaylık olsun diye, gündüzleri evinin penceresinden zembil sarkıtır ve akşama kadar bekletirdi. Müşkülü olanlar yazdıkları pusulaları zembile bırakırlardı. Ali Cemali Efendi, gece geç saatlere kadar çalışıp cevapları zembile koyduktan sonra zembili sabahtan sarkıtırdı. Soru sormuş olanlar gelip cevaplarını alırlardı. Verdiği fetvalardan bir tanesi de şapkaya dairdir: “… cin ve insin Şeyhülislâmı Zembilli Ali Efendi’nin “Şapkayı şaka ile dahi başa koymaya hiç bir cevaz yok” (Şualar, 335). “Zembilli” lakabı işte bu durumundan dolayı kendisine verildi ve bu lakapla meşhur oldu. Beş vakit namazını cemaatle kılmaya özel itina gösterirdi. İyi ahlak sahibi olup cömert, mütevazi bir hayat yaşayarak, büyük küçük her kese aynı tatlı muameleyi göstererek hoş tutardı.

Son dönemlerinde epey yaşlanıp hastalanmasına rağmen görevinden alınmayarak kendisine fetva verme konusunda vekalet etmek üzere, Mevlana Şeyh Muhiddin Muhammed bin Bahaeddin ve Şeyh Abdülkerim Kadiri, Kanuni tarafından atanmışlardır. Bu durum Padişahın kendisine ne kadar değer verdiğinin çok önemli bir göstergesidir. İstanbul’da 1525 yılında vefat etti. Zeyrek’te yaptırdığı mektebinin yakınındaki mezarlığa defnedildi. Hanefi fıkhına dair “el-Mutahharat” (el-Muhtarat el-fatavi) adlı eseri mevcuttur. Diğer eserleri; Muhtasar el-hidaye, Adabü’l-avsiya (muhtemelen bu eser oğlu Fudayl Efendi’ye aittir), Risale fi hakk al-davaran.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*