Ancak siyasette ilke ve düsturlara dayanarak, durduğu çizgiyi asla değiştirmeyen, şahıslara ve günlük hadiselere takılmadan, tablonun bütününe bakarak, hakikatleri görerek duruşunu muhafaza edenler bu durumdan müstesnadır.
Siyaset gibi aldatıcı ve hileli oyunların döndüğü bir zeminde günlük hadiselere, sözlere ve yüzeysel bilgiye dayanan çıkarımlarla yol almak kuvvetle muhtemeldir ki, yoldan çıkmaya sebebiyet verecektir.
Fitne ve fesadın kol gezdiği ve manevî tehlikelerin etrafı sarıp sarmaladığı bu gibi zamanlarda en selâmetli ve güvenli yolun “cadde-i kübra-yı Kur’âniye” olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Dolayısıyla eğer ahir zamanın bu tehlikeli ikliminde güvenle yol almak istersek, içtimaî hayatın her safhasında bu cadde-i kübra mânâsından uzaklaşmamamız gerekecektir. Bu duruş siyaset için de geçerlidir. Hatta siyaset için daha da fazla geçerlidir, zira en kaypak zemin, savrulmaların en çok yaşandığı, kopmaların zirve yaptığı ve imtihanların en çetin olduğu zeminlerden biri siyaset zeminidir. Kaybedenler, savrulanlar ve kopanların ekseriyeti siyaset zemininde cadde-i kübrayı terk etmeleri sebebiyle bu vartaya düşmüşlerdir.
Dolayısıyla siyaset meselesinde karar verirken, tevile mahal bırakmayacak şekilde, düsturlara ve ilkelere dayanarak ve de cadde-i Kübra-yı Kur’ânîye’nin güvenli şeritlerinde yol almak lâzımdır.
Halbuki bugün bazı kafalar, hadiseler ve geçen zaman bile kendilerinin aleyhinde cereyan etse bile, biraz inatlarından, biraz körlüklerinden biraz da tevil etme hastalığından dolayı hakikati göremiyorlar. Sözgelimi siyasetin aktörleri meydanlarda, zirvelerde, kürsülerde adeta aslan kesilerek, namus sözleri vererek, restler çekerek, bağırarak ve çağırarak gösterdikleri yiğitliklerini, esas yeri geldiğinde diplomasi cambazlığına soyunarak göstermeyince; veto edebilecekken şerh düşmekle yetinince; çözebilecekken, bedel ödememeye yanaşınca; kökten çözebilecekken sun’î gündemler ve tartışmalarla uyutmaya yeltenince; bu bazı kafalar hemen tevil yoluna giderek kendilerini haklı görmeye ve göstermeye çalışıyorlar. Ya susup görmezden geliyorlar ya da tevil ediyorlar. Yapacaktı da yapamadı, olacaktı da olamadı, edecekti de edemedi diyorlar… Söyleyecek hiçbir şey kalmayınca da, “vardır bir bildikleri” diyerek, bir bilinmezliğe havale ediyorlar…
Başta da söylediğimiz gibi tevil etmek bir silâhtır. Ama namlusu bizzat bu kör tevili gerçekleştirenlere yönelmiştir.
Hadiseler ve zaman ise en büyük müfessirdir. Gün gelecek başka söze hacet kalmayacak. Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi, zaman kendiliğinden, tefsirini gerçekleştirecek ve hakikati ayan beyan gösterecek.
Bu hengâmda, kimileri cadde-i kübra’nın şaşmaz düsturlarına dayanarak duruşlarını belirler, kimileri ise tarafgir, geçici ve körcesine bir inatla tevil yoluna gider…
Ama hiç değişmeyecek bir hakikat var ki; o da: “Zırva tevil götürmez…”
Benzer konuda makaleler:
- Hayatımı iman hakikatine vakfettim
- Dünyevî dost ve rütbeler kabir kapısına kadardır
- Siyaset üstü siyaset
- Tevil dönemi
- Mihenk mihverinde dönmek
- Mümin dinsiz olur mu?
- Gazetem
- Allah için sevip, Allah için buğz etmek
- Hak ve hakikat inhisar altına alınamaz
- 27 yıl sonra 28 Şubat
İlk yorum yapan olun