Giriş: “Ey âhiretini düşünen hasta!” 1 diyerek başlayan 8. Deva’da iman nuru ile tanışmış ve ahiretin varlığını bilen bir hastaya sesleniş var.
Bu devada öncelikle günah mefhumunu tanımlamamız gerekiyor. Günaha; genel manada, hayatımız boyunca ve yaşadığımız süre içerisinde, Yaratıcımızın koymuş olduğu kurallara uyulmaması durumudur diyebiliriz. O’nun sevmediği, yapılmasını istemediği, yapılırsa beğenmediği, hoşnut olmadığı ve bununla birlikte insan hayatına zarar verebilen ve bizleri hastalıklara sürükleyen tavır ve davranışlar olarak da niteleyebiliriz.
İkinci Lem’a’da günahlardan gelen yaralardan bahsedilir ve yaralardan hâsıl olan vesvese ve şüphelerin, imanın yerleştiği yer olan kalbe ilişip, imanı zedelediği ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişerek, zikirden uzaklaştırıp susturduğundan bahseder. Ve işlenen her bir günahın, kalbe bulaşarak, onu siyahlandıra siyahlandıra kirleterek, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar kalbi katılaştırıp, kesifleştirdiğini de ayrıca ifade eder. 2
20. Deva’da ise ekser hastalıkların kaynağını, sû-i istimâlât, perhizsizlik, israf, hatîat, sefahet ve dikkatsizlik olarak gösterir. 3 Bir nevi günaha girmeye yol açan, bu tür aşırılıkları barındıran yaşama şeklini seçmiş olmak, maddî ve manevî hastalıkların bedenimize ve ruhumuza gelip yerleşmesine de zemin hazırlanmış olur.
Demek günahların işlenmesiyle oluşan kirler kalpte siyah noktalar şeklinde bir kirlenmeye dönüşür. Bu oluşan kirlerin kalıcı hale gelmemesi, ebedî hayata taşınmaması ve bu dünyada temizlenmesi, adeta sabunun kirleri yıkaması misali, kalbimizden arındırılması ve yıkanması söz konusu olmalıdır.
Günahlarımız, bu hayat-ı dünyeviyede, kalp, vicdan ve ruh açısından, manevî hastalıklara dönüşüm gösterebilir. İnanılmaz yetenek ve kabiliyetlerle donanımlı olarak, on sekiz bin âlemi keşfedecek bir yapıya sahip iken, günahların işlenmesi sonucunda, bu fırsatı kaybeden durumuna düşebiliriz. Hayatımızın bitişi sonrasında ise, günahlarla ebedî hayata geçilmesi ile günahların orada daimî hastalıklar haline dönüşüyor olması ise çok daha mühim bir husus.
Hastalık zamanlarında çekilen sıkıntıların, ebedî hayatta bizi sürekli hasta yapacak hallerin ortadan kalkmasına, bir nevi temizlenmesine sebep olduğunu, bu devadan öğreniyoruz. Eğer günahları düşünmüyorsan yahut ahireti bilmiyorsan, sanki ölümü ebedî bir yok oluş suretinde görüyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük maddî hastalıktan daha büyüktür; ondan feryat et, 4 diyor Üstad Hazretleri.
Demek günahları umursamamak, ahireti bilmemek, ölümü yok olma ve ebedî idam hali olarak kabul etmek ve Allah’ı tanımamak en büyük hastalıklı haldir. Sadece maddî dünya hayatını yaşamak olarak ortaya çıkarken, insanın manevî yapıları olan, kalp, ruh ve vicdanı da bu durumdan sıkıntı çekmeye başlar ve ebediyete de taşınacak manevî hastalık sürecine girebilir.
Bizler, bütün dünyanın mevcudatıyla, kalp, ruh ve nefis cihetiyle alâkadarız. Fani ve geçici olan bizlerin, hayatımızda mütemadiyen firak ve zeval ile bunların uzaklaşmaları, bizlerde ciddî hadsiz yaralar açabilir. Evet, maddî hastalıkların uzaklaştırılması için, çaba sarf ederken, nasıl ki kâinat eczanesinden şifa ihtiva eden reçeteler, devalar peşinden koşuyorsak, manevî yaralarımız içinde tiryak aramamız gerekiyor. Maddî hastalıklarımızı tedavi ederken sadece tek yönlü tedavi sürecimiz, bizi iyileştirmiyor. Bu yüzden, her şeyden evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük manevî vücudumuza, kat’î şifa verici bir tiryak olan iman ilâcını da aramak lâzım geliyor. İman ilâcının şifa verebilmesi için, önce itikadın düzeltilmesi gerekiyor. Peki, iman ilâcını bulmakta ki en kısa yol nedir? Gaflet perdemiz, öyle kesifleşmiş ki, bütün hakikatleri göremez olmuş, ahiretimizi umursamaz hale gelmişiz. İşte burada hastalıklar, gaflet perdemizi yırtıyor ve onun altından bizlere âcz ve zaaf penceresini açıyor. Açılan bu pencereden bütün çaresizliğimizi ve gücümüzün yetmeyişini görerek, her şeye gücü yeten bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini görmeye başlıyoruz. Elde edebildiğimiz iman saikasını ne kadar güçlü ve devamlı tutabilirsek, bundan gelen mânevî sürur, şifa ve lezzet, altında, cüz’î maddî hastalıkların elemleri de eriyerek yok olup gitmesine sebebiyet verecektir.
Sonuç: İman, bütün hastalıkların (maddî ve manevî) insandan izalesinde temel ilâçtır diyebiliriz.
Dipnotlar:
1. Said Nursî, Lem’alar, 25. Lem’a, 8. Deva.
2. Said Nursî, Lem’alar, 2. Lem’a.
3. Said Nursî, Lem’alar, 25. Lem’a, 20. Deva.
4. Said Nursî, Lem’alar, 25. Lem’a.
Aytekin COŞKUN
Benzer konuda makaleler:
- Ebedî hayatı tehdit eden hastalıklar
- Asıl feryad edilecek hastalık ve musibetler
- Küçük günahlar daha mı tehlikeli?
- Kişinin Rabbiyle tekrar münasebete geçmesi hâli: Tövbe
- Kanlı itiraf
- Bir dakikada yüz günah
- İnsanın yüzü ruhunun aynasıdır
- Günahlar ve dünyadaki etkisi
- İmanlı bir hayatın ibadetle süslenmesi
- Günahlar, kalb ve ruhumuza yaralar açar
“Asrın müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur’ların medyadaki katıksız dili olmaya özen gösteren Yeni Asya, sağduyulu çizgisinden ödün vermeden ‘doğrunun yanında haklının sesi’ olarak milletimizin gönlünde taht kurmuş bir misyon gazetesidir.”
İlk yorum yapan olun