Anayasa çalışmaları neden tıkanıyor?

Zaman zaman gündeme gelen “yeni bir Anayasa” fikir ve teklifleri, seçim kampanyasında gündeme getirildiği gibi, seçimden sonra da gündemde tutulmaya devam ediliyor.

Ne var ki, artık kabak tadı veren bu tür çıkışlar, topluma güven vermediği gibi, bir heyecan hâlini de uyandırmıyor.

Bunun en önemli sebebi, hukuk ve adalete, hürriyet ve demokrasiye tam uygunluk sağlama noktasındaki ciddiyetin var olmaması, yahut bu noktada bir güvensizlik halinin devam ediyor olmasıdır.

Onun için, yakın vadede umumi mutabakata dayalı bir anayasanın vücut bulması beklenmiyor. Uzun vadede ise, belki ve inşallah diyelim.

*

Meşrutiyetin 1876’da kabul ve ilânıyla birlikte hazırlanan ilk Anayasa (Kanun-i Esâsi) dışındaki hemen bütün anayasalar ya ihtilâl, ya zümre, ya da cunta karakterlidir: 1924, 1961, 1982 yıllarında hazırlanarak referanduma sunulan anayasaların tamamı üzerinde askerî cuntaların gölgesi, hatta baskısı var.

Bundan dolayı da, kanun maddeleri üzerinde siyasî ve ideolojik tarafgirlikler daima ağır basmıştır. Bu da, ortaya güvenilmez bir kanunlar manzumesini hep dayatmacı bir hale büründürmüştür.

Oysa, kalıcı ve ideal bir anayasadan beklenen özelliklerin başında temel insan hakları gelir: Bunlar da, hürriyetle beraber Meşrutiyetin yeniden ilânı esnasında gündemin ilk sıralarında yer alan hukuk ve adalet, müsavat (eşitlik) ve uhuvvettir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bu değerlere hakkıyla sahip çıkılmadığı ve hazırlanan anayasalarda bu maddelere öncelik verilmediği için, ne yazık ki “umumî mutabakat” bir türlü sağlanamıyor.

*

Bu noktada durup hayalen olsun biraz geriye gitmeye çalışalım.

Bilindiği gibi, Temmuz 1908’de II. Meşrûtiyet’in ilân edildi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi, o günlerde de halkın öncelikli talebi tam da şu sözlerle sıralanıyordu: “Hürriyet, adâlet, müsavat, uhuvvet.”

İnsanlık şeref ve haysiyetine en çok yakışan, refah, huzur, barış ve asayişin teminini hedefleyen o zamanki taleplerin şimdiki lisânla karşılığı şudur: Özgürlük, adâlet, eşitlik, kardeşlik.

Aslına bakarsanız, tarihin bu hususta da tekerrür ettiğini görürsünüz: Bir asırlık arayla yaşanan bir tekerrür.

1908 Temmuz’undan itibaren, 30 yıldır askıda olan Anayasa (Kànun–u Esâsî) tekrar yürürlüğe girdi. Ardından seçimler yapılıp Millet Meclisi faaliyete başladı.

Ancak, yine de halkın en çok sevdiği ve sahiplenmek istediği temel değerler yine hep aynı olmuştur: Hak, hukuk, hürriyet, eşitlik, kardeşlik…

Bu tarz insanî talepler, esasında hemen her zaman olagelmiştir. Ancak, bunların tahakkuk etmesi ve hayata geçirilmesi çoğu zaman mümkün olamamıştır.

*

Tekrar günümüze gelecek olursak… Yakın tarihteki taleplerin aynısının tıpkısı, yine şiddetli bir şekilde öne çıkmış olmasına rağmen, bu mânâların, teorik plânda seslendirildiği ölçüde hayata yansıyacağına dair şüphe ve tereddütler devam ediyor. Zira, Anayasa çalışmasına öncülük etmeye çalışan iktidar kanadının, bu yeni anayasada söz konusu temel insanî talepleri ciddi ve samimi bir şekilde yer verip vermeyeceğini bilemiyoruz. Siyasî hesaplar ile parti menfaatinin öne çıkarılmasından da endişe ediyoruz. Çünkü, şimdiye kadar yapılan kısmî değişikliklerin ardından yapılan tatbikatlarda hep aynı sakıncalı durumlar ortaya çıktı.

Her şeye rağmen, iktidar kanadının, hem sivil toplum kuruluşlarının, hem geniş halk kitlesinin arzu ve talepleri doğrultusunda yeni bir anayasa çalışması başlatmasını diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*