Dinden taviz verilir mi?

Taviz; terminolojik olarak, “ivaz” kökünden gelip ödün verme anlamına gelir ki, bunu bir kimse din için kullanırsa dinden taviz vermiş olur.

Tavizin ıstılahî anlamı ise: İnsanın inandığı, asla vazgeçemeyeceği değerleri ve prensipleri feda etmesidir. Bir taviz verildi mi bunun ardı arkası gelmez.

Yani tavizin anlamı mücadele yerine boyun eğmektir ki; o bir korkaklık, acziyet ve teslimiyet ifadesidir. Yani taviz, bir korkunun veya menfaatin sonucudur ki; bu hoş karşılanmaz.

Bilhassa din için bunun mümkün olmadığını bize ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ders vermekte olup, taviz verenlerin sonuçlarına ayet-i kerime şöyle dikkat çekmektedir: “Ey Muhammed! Şimdi sen, emrolunduğun şeyi beyinlerini çatlatırcasına açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme. Muhakkak biz, o müşriklere karşı sana yeteriz. Onlar da, yakında başlarına gelecekleri bileceklerdir.” (Hicr, 94-96.)

Tavizcilerin dediği gibi işin bir kolayı olsaydı… Allah ebeden rahmet etsin İslâm kahramanları; Ammar’lar, Yasir’ler ve Sümeyye’ler boşuna mı hayatlarını feda ettler? Bediüzzaman yaklaşık 30 sene süren dayanılmaz zulümlere boşuna mı katlandı? Bir mü’min için en ideal olan; şerefle davasının çilesini çekmektir. Üstad, dinini gizleyenlere: “Hem de bidayet-i İslâm’da kırk oldu, saklanmadı.. Nasıl üçyüz milyondan sonra gizlenecek!” diye ikazda bulunmuştur. Burada “kırk”tan kasıt, ilk iman eden kırk sahabîdir.

Malum; Kâfirun Suresi’nin nüzul sebebi de müşriklerin Rasulullah (asm)’dan taviz isteyerek; onun putları eleştirmekten vazgeçmesini, böylece kendilerinin İslâm’a ısınabileceklerini söylemeleridir. Hatta onlar Rasulullah (asm)’ın bir sene kendi putlarına tapmasını bir sene de kendilerinin Allah’a tapmalarını teklif etmişlerdir. Bunun üzerine Kâfirun Suresi nazil olmuştur. Bu vaziyet, “Ben sizin taptığınıza asla tapmam, sizin dininiz size benim dinim bana.” buyruğunun sure olarak nüzulüne sebep olmuştur. Bir mü’minin bunu kendine örnek alması gerekir.

Mukaddesatımız; bizim olmazsa olmazlarımızdır. Taviz verilmek şöyle dursun pazarlık konusu dahi yapılmayacak değerlerimizdir.

Tavizi söz konusu olamayacak değerler:

1. Kişilik haklarımız

2. İmanımız

3. İstikametimiz

4. Ahlâkımız

5. Sadakatimiz

6. Güvenliğimiz

7. Namusumuzdir.

Eğer bunlar bugün risk altında ise sebebi, ilk taviz verenlerdir. Meseleye neticesi itibariyle bakmaya mecburuz. Dolayısıyla tavizin küçüğü-büyüğü de olmaz. O halde bir Müslüman yapacağı işin sonucunun nereye gideceğini hesap etmeli.

Çünkü din bâkî dünya fani, şayet bâkîyi faniye yamarsan fanileştirirsin. Bilakis faniyi bakiye yamamak lazım ki, o da bakileşsin. İmanın ve dinin Allah’tan başka sahibi kim ki, ondan taviz verebilsin?

Bence ve akl-ı selimce dinden taviz vermenin en bariz ibreti Osmanlı’nın yıkılmasıdır. Zira bu taviz; Emevî ırkçılığı olarak Yezid’in saltanatı ile başladı, Kanuni’nin Avrupa’dan kanun alışı ile devam etti. İkinci Mahmud’un ıslahatlarıyla hızlandı, İttihatçıların başa geçmesiyle zirve yaptı ve Süfyanizmi doğurarak koskoca imparatorluk zir ü zeber tti. Zaten Deccal da, ilmin itibarsızlaştırıldığı zaman ortaya çıkacaktır.

Din kimsenin malı değildir, herkes haddini bilmeli. Aldığı nefesi bile geri verenin, gerçekte hiçbir şeyin sahibi olmadığını bilmeli. Bediüzzaman: “Ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, Din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.” derken bütün tavizkârları kastetmiş olmuyor mu?

Bu vesileyle bizim de kendimizi kontrol ederek; elimizden geleni en iyi şekilde yapmamız gerekir. Yanlış yapmaktan Allah (cc)’ya sığınırız.çakır

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*