Yalanlardan bir duvar

Üstad Bediüzzaman der ki: “Yalanlarla ittihad yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet, fâsittir. Müsemmâ-i meşrutiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.”1

Bugünkü mânası ve uygulama alanı buluşu itibariyle “meşrutiyet” kavramının “demokrasi”den başka bir karşılığı icad edilemedi ve edilemeyeceğine göre…

Öyleyse biz de “meşrutiyet” kelimesi yerine “demokrasi” kelimesini koyarak ifade edelim ki, fesada ve fitneye istinaden sürdürülen demokrasi fasittir ve yalanlarla yapılan birliktelikler yalandır.

Derler ki; akıllı düşman, ahmak dosttan evlâdır. Yirminci yüzyılın siyaset ve devlet adamlarından Winston Churchill (Çörçil) de akıllı düşmanlarımızdan olup, aynı zamanda Müslüman Türk’ün yenilmezliğini dünyaya ilân edenlerdendir.

İşte onun akıllıca sözlerinden bir tanesi: “Savaş zamanı, hakikat o kadar kıymetlidir ki, yalanlardan bir duvarla korunur.”

Şimdi bu sözün penceresinden ülkemizin mevcut gidişatına bakıp, pek haklı olarak diyeceksiniz ki; yalanlardan sadece bir duvar değil, duvarlar örülüyor. Acaba bu yalan duvarlarıyla korunmak istenen bir hakikat var mı? Hem bilmediğimiz bir savaş hali mi var?

Evvelâ, Mevlâ’mızdan dileriz ki; hem ülkemizi, hem de İslâmiyet ve insaniyet âlemlerini savaş belâlarından korusun. Var olan savaşları da sona erdirsin. Savaşa yol açacak yanlış politikaların devamına izin vermesin.

Evet, görünürde bildiğimiz cinsten bir savaş hali yok.

Lâkin yalanlardan bir duvarla korunmaya muhtaç, bilmediğimiz cinsten bazı gerçekler belli ki vardır.

Ülkede uzun bir süre devlet ve hükümet içinde biribirinden beslenen iki güç ve iki görüş deşifre olunduktan sonra, her nasılsa iki güçten biri (hiç bir dahli yokmuş gibi) üstelik gücüne güç katarak yoluna devam edebilmiş ve ediyor…

Devam etsin elbette!

Ama hakikat olan bekamızın artık yalanlardan duvarlarla korunmasna ihtiyaç kalmasın!..

Mevcut iktidarın neredeyse yarı ömrü “paralel yapı” çalkantılarıyla geçti.

O kadar ki; milletin dertlerine, ülkenin problemlerine çözüm adına iş başına getirilen tek başına bir iktidar için “paralel yapı” meselesi neredeyse tek problem, tek hedef, tek korku haline gelmiş, getirilmiştir.

Siyaset sahnesinde ve medya dilinde “paralel yapı” iddialarının; bir çok gerçek dâvâları ve ülke gerçeklerini arka plana attığı, geniş kitleler arasında “algı duvarları” oluşturduğu da gözle görünen bir gerçeğe dönüştü.

Hani asıl suçlu “paralel yapı” ya; işte buna paralel olarak da ülkemiz bir çeşit çarpışma ortamına sokulmuştur. Çok şükür silâh yok, sopa yok ama; fikirler, siyasî anlayışlar, algılar ve önyargılar kıyasıya çarpışıyor. Kalpler, vicdanlar yaralanıyor. Yukardan aşağılara zehirli oklar yağdırılıyor.

Bu durumda artık her şeyin normale dönmesini beklemekten millete gına gelmiştir. Şurası da bir gerçektir ki, gelinen bu noktada ülke menfaatleri adına iktidar cenahı aklını başına devşirmeye ne kadar muhtaçsa, bin o kadar da muhalefet buna muhtaçtır.

Son sözü de Üstad’a bırakalım:

“Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm; selâmet-i vatan için bir fikrim var. İşte: Sulh-u umumî, aff-ı umumî ve ref-i imtiyaz lâzım. Tâ ki biri, bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim: Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira, biliyoruz ki, “İnneme’l-hîletü fî terki’l-hiyâl” [En büyük hile, hileleri terk etmektir.]2

Dipnotlar:

1-Divan-ı Harb-i Örfî, s. 39-41

2-Dîvân-ı Harb-i Örfî, s. 39-40

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*