Dinle Neyden

Image
Ney, hasretle yudumlayan gönüllerden vuslatı çağrıştıran bir nağmedir. Neyzenin neye üflediği her bir nefeste, maşukuna duyduğu sevginin, hicranının akisleri neyin deliklerinden yankılandıkça afakı bir hüzün kaplar.

Ney sesi kor ateşinin içten içe yanması gibidir. Derinden derine yanan bu ateşin üzeri küllense de içinde o kor tazeliğini, canlılığını her zaman muhafaza eder.

Neyin hikâyesi hem uzun, hem de acıdır. Yeri geldiğinde durgun su gibidir. Yeri geldiğinde kükremiş sel gibidir. Ney üflendikçe, kalbin ritmine öyle bir dokunur ki, acısını dindirmek için hangi ilâcı kullanırsan kullan, hiçbir fayda etmez.

Ney bizim kültürümüze Hazret-i Mevlânâ ile girmiştir. Fakat, neyin tarihi asırlar ötesine kadar uzanmaktadır. Her millet kendi kültürüne göre değişik boyutlarda değerlendirmiş. Sesinde ayrılığın, hasretin hüznü vardır. Ötelere dair, ötelerden haber getiren bir habercidir. Kâh keder, kâh sürur veren, bazen acı, bazen muztarip feryatları işitirsiniz. Aşkın tazeliği kendini onda bulmuştur. Aşkın güzelliği, güzelliğin değerini onda görmüştür.

Öyle ya, ney “Dostumun dudağıyla birleştiğimde bir anlam ifade ederim, yoksa beni bir çalı parçası diye bir kenara atıverirler…” diyor Mesnevî’de lisan-ı hâliyle. Ney, aşk-ı İlâhi’den ilham alarak fısıldamaya başlamıştır İlâhî hakikati. Efendiler Efendisi (asm), aşk-ı hakikinin sırrını Hazret-i Ali’ye (ra) emanet ettiği vakit, o (ra) bu sırrın yükü altında ezilmiş ve gidip Medine dışındaki kör bir kuyuya söylemiş, içindeki manevî emaneti. Allah’ın Aslanı’nın dayanamadığına bir kör kuyu nasıl dayansın?

Elbette o da dayanamamış ki aradan çok zaman geçmeden coşup kaynamaya başlamış. Kaynadıkça etrafını bir nehre dönüştürmüş, aşk nağmeleri çağlaya çağlaya akmış durmuş. Akan dere yatağında kısa zamanda sazlıklar oluşmaya başlamış. Ve bir gün bir çoban kamışlardan birisini kesip alarak, muhtelif yerlerinden delip üflemeye başlamış. Bu ses, özge bir ses imiş meğer. Daha önce kimsenin duymadığı bir ses. Daha önce kimsenin söylemediği sırları söylemekteymiş, yana yakıla, kıvrıla kıvrıla.

Sesi duyan kendinden geçmiş. Ve bu İlâhî ahenk yavaş yavaş âlemi kuşatan bir ses haline gelmiş. Şark insanının ulvî duygularının dalgalarının ifadesinde ney, en lirik, en hazin şey kabul edilir. Bu yüzden ney ile insan-ı kâmil arasında bir benzerlik kurulur her daim.

Derler ki: Neyin bağrı delik deşik ve içi yanıktır; aşkın ateşiyle içi yanan, dışı pâre pâre olan da öyledir. Derler ki: Ney aşk için toprağı ve suyu bırakmıştır; tıpkı İlâhî aşk yolunda mâsivâyı (dünyaya ait ne varsa) terk eden insan gibi… Neyden hasret ve derin ayrılık acısı nağmeleri duyarsınız daima, vatanı kamışlıklardan ayrıldığı için. Tıpkı insanın âlem-i ervahtan kopuşunun yanık hüzünlerini yaşaya yaşaya yüce mertebeye yükseldiği gibi. Kâlû Belâ'dan bu yana uzayan bir derin hikâyedir bu. Bir vuslat özleminin naz haline getirilmiş şikâyeti…

Ney, Mevlânâ Celâleddin çağında öyle ulvîleşmiş ki daha önce hiç olmadığı şekilde aşk sırrını derinden sesler hâline getirip sihirli bir nağmeye dönüştürmüştür. Nitekim Mesnevî’nin ilk kapısı bu sırla açılır. Bu kapıdan giren her gönül ulvî duygularla bezenerek vuslat-ı Rahman’a erişir. Evet;

‘Dinle Ney’den ki, hikâyet etmekte

Ayrılıklardan şikâyet etmekte…’

Ney, ayrılığın, hasretin adeta sembolü haline gelmiştir. “Neyin deliklerinden çıkan her bir nefes vuslatın özlemini dile getirir” der Yaman dede. Ve ilâve eder:

“Bu ne evcin, bu ne tizin, bu ne pestin sesidir.

Tâ ezelden geliyor bezm-i elestin sesidir.”

Ney ve Mevlânâ ayrılmaz bir ikili gibidir. Ney Mevlânâ'sız, Mevlânâ neysiz olamadığı için sevgiliye (İlâhî sevgili) uzanan yolda şöyle seslenir Mevlânâ; “Avazeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sada imiş.”

Ney, şekil itibariyle “tek”liği ifade eder. Birliğin yani vahdaniyetin sembolüdür. Ney “elif” harfine ve “1” (bir) rakamına benzer. Hem rakamların, hem de harflerin birincisi aynı zamanda “sazlar” içinde de birincidir. Bu anlamda da Ehadiyet’in sembolüdür.

Neyden tarife sığmaz lâtif güzel bir sadâ çıkması ona “Hû” diye üflenmesinden kaynaklanmaktadır.

Ve bir başka yanık gönül şöyle der ney için: “Bişnev ez ney ebedî dâvet-i Mevlânâ'dır. / Dinleyenden giderir nakşı sıva perdeşeni…” Yani, neyin o büyük sesi kulağımızdan kalbimize, gönüllerimizden idrakimize yükselerek içimizdeki mâsivâ perdelerini bir bir yıkar, temizler ve ruhumuzu arındırır…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*