Düşünürsek çareyi buluruz

Artan terör hadiselerine rağmen, ısrarla; hak, hukuk, adalet, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlara vurgu yapmamız bazılarını memnun etmiyor. Onlara göre terörle başa çıkmanın tek bir yolu var: Güç kullanmak.

Hemen ifade edelim ki, ‘kâmil mânâda insan hakları olsun’ demek hiç bir sûrette ‘terör devam etsin’ olarak anlaşılamaz ve anlaşılmamalı.

“Adalet mülkün temeli” olduğuna göre, hak, hukuk, adalet ve insan haklarının mükemmel olmasını arzu etmek, nasıl olur da “teröre destek” olarak anlaşılabilir?

Şunu kabul etmeliyiz ki, kan akıtan terör bir neticedir. Bataklığı kurutmadan, ‘sinek’leri imha etmeye çalışmak sonuç verir mi?

Maalesef, Türkiye’yi idare edenlerin yapmaya çalıştıkları şey; “bataklık” dururken “sinek”lerle mücade etmeye çalışmaktan farklı değil. “Bataklığı” kurutmak için de; cahillik, fakirlik ve ihtilâf sızıntılarını engellemek lâzım.

Terör örgütünün bu noktaya gelmesinde, adaletsizliğin de büyük payı olduğu hatırdan çıkarılmamalı. “Güçlü olan haklıdır” anlamına gelen insafsız düstur yerine, “Haklı olan güçlüdür” prensibi uygulanabilmiş olsa, işler bu derece içinden çıkılamaz hâle gelebilir miydi?

Terörün kök salmasında, yanlış uygulanan ekonomi politikalarının da payı vardır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik bazı insanları bu yola sevk etmiştir. Elbette çarenin yanlış yollara sapmakta olmadığını göstermek lâzımdır. Ama bunu, insanı ‘insan’ yerine koymayan anlayışla yapmak mümkün mü? Sivil toplum kuruluşlarına da bu noktada büyük görevler düştüğünü kabul etmeliyiz. ‘Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarı(yo)r’sa, terörü önleyemez mi? Türkiye’yi idare edenler, halk ile terör örgütünün ilişkisini kesmek için teröristlere şiddetle karşılık verirken; halka şefkatle yanaşmayı gerçekleştiremezler miydi? Yıllar önce bu konularda değerlendirme yapan ünlü siyasetçi Kinyas Kartal, idarecilere hitap ederek “(Oradaki) İnsanları sev, başları okşa” demişti. Bu ve benzer tavsiyeler yerine getirilebildi mi?

Fakirlik ve ihmâl sözkonusu edildiğinde bazı vatandaşlar da, “İyi de bizim bölgemiz, bizim köyümüz de fakir. Bizim yolumuz da, bizim suyumuz da yok. Ama bizde terör yok” diyorlar. Bir bakıma doğru, ama bir bakıma da yanlış bir kıyas. Elbette Türkiye’nin tek ihmal edilmiş fakir bölgesi, terörün kan akıttığı bölgeler değil. Ama orada bir ‘şeytan’ var ve insanları teröre teşvik ediyor. Şükür ki başka bölgelerimizde insanları teröre yönlendirebilecek ‘şeytan’lar yok. Bu bakımdan, “Bizde yok, onlarda var. O halde onların tamamı ‘suçlu’dur” anlayışı çok yanlış bir anlayıştır ve bu anlayışın yaygınlaşması terörün ekmeğine yağ sürmek anlamına gelir.

Aksi yöndeki propagandalara kulak vermeden; hak, hukuk, adalet ve insan hakları noktasında iyileşme yönündeki ısrar artarak devam etmeli.

Kan akıtan teröre karşı adım atılırken Avrupa Birliği yolundaki çalışmalar da ihmâl edilmemeli. Çünkü AB yolundaki ihmâlin faturasını hepimiz ödüyoruz. Hem siyasî hem de ekonomik olarak.

Türkiye’nin ‘ortak aklı’ kanlı terörü sona erdirecek çareleri bulabilir. İyi niyetle konuşarak, tartışarak ve araştırarak bunu yapabiliriz. İnşâallah bunu yapmakta daha fazla geç kalmayız…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*