Adaletin tecellisi, mazlumun tesellisi

Kur’ân-ı Kerim’de var olan dört ana esastan birinin de “adalet ve ibadet” olduğu bilinmektedir. Mutlak adalet ancak Cenab-ı Hakka mahsustur. Kulların adaleti izafîdir, görecelidir. Adaletsizlik de yine kulların işidir.

Yani bu insanoğlundan her şer ve kötülük beklenebildiği ve görülebildiği gibi, adaletsizlik de insanlar tarafından işlenebilir ve işlenmektedir. Adaletsizliğe maruz kalarak zulme uğrayan mazlumların en büyük tesellisi de adaletin bir şekilde tecellisindedir.

Hz. Ebu Bekir (ra) hilâfete seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada, güç ile hukuk ilişkisinin doğru ve âdil çerçevesini çizmiştir. Şöyle ki:

“Güçsüz olanınız (haklı ise) hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim katımda güçsüzdür.“

Gücün sözünü geçirdiği yerde hukuk işlemez, adalet de tesis edilmez. Gücün hukuka göre düzenlendiği yerde tek ölçü adalettir. Fatih Sultan Mehmet’in sıradan bir insan ile aynı safta muhakeme olmayı kabul etmesi, ülkede hukuk ve adaletin sözünün geçtiğini göstermeye yetmişti.

Cenab-ı Hakkın adaleti iki türlü tecellî ediyor..

Birisi: Hakkın hak sahiplerine tevzîidir. Herşeyi bir ölçü ve mizan içinde yerli yerine koymak şeklindedir. Yaratılan herşeye dikkatle bakıldığı zaman; her yönü ile ölçülü, dengeli ve yerli yerinde yaratıldığını görüyoruz.

Allah’ın ikinci tarz adaleti ise, haksız ve zalimleri cezalandırmak suretiyle tecellî ediyor. Bunun en açık misali, geçmiş kavimlerin inkâr ve azgınlıklarına karşılık, topluca helâk edilmeleridir.

Bir takım günah ve kusurlara karşı dünyada musibet ve belâlara maruz kalmamız da bunun göstergesidir. Ama yine de dünyadaki bu cezalar, bazı büyük suçların tam karşılığı olmadığı için, azabın büyüğü Ahirete kalıyor.

Yani, ikinci tarz adalet, bu dünyada tam tecellî etmiyor. Sebebi ise, Ahirete havale edilmesidir. Bu da Ahiretin varlığının delillerinden biri oluyor.

18 Kasım 2007’de İstanbul’da yapılan ‘Bediüzzaman ve Adalet Sempozyumu’nda; değişik ülkelerden katılan çok sayıda ilim adamı, bu hususta Bediüzzaman’ı anlama ve anlatma hususunda adeta yarışmışlardı.

“Kişi hak ve hürriyetlerine son derece önem veren Said Nursî’nin adalet anlayışı, modern hukuk anlayışının çok fevkindedir. Ona göre bir suçsuz insanın canı, tüm insanlık uğruna bile olsa heder edilemez. Bir kişinin hakkıyla tüm insanlığın hakkı arasında hiçbir fark yoktur. Nursî, ‘Masum bir kişiyi öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir’ hükmünü kendisine şiar edinmiş ve adalet-i mahzanın yeryüzünde hakim olması için bütün ömrünü bu yolda harcamıştır.”1

“Millete efendilik yapmak zulüm; hizmet etmek, hak ve adalettir. Gerçekten ‘Milletin efendisi, onlara hizmet edendir’ hâdis-i şerifinin sırrıyla, Kur’ân âleme gelmiş ki, istibdat, zulüm ve tahakkümü mahvetsin.”2

“İslâm mütefekkiri Bediüzzaman’ın, din ile dünyayı; siyasetle tasavvufu; ruh ile bedeni; madde ile mânâyı kardeş yaptığını görüyoruz. Dinin gerçeği de bu değil mi? Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, adalet ancak dengeyi korumakla gerçekleşebilir. Tüm yönleriyle denge unsurunun muhafaza edilmesiyle ancak tam adalet yerini bulabilir.“3

“Risale-i Nur; Allah’ı isim, fiil ve sıfatlarıyla bize tanıtarak, marifetullah ve muhabbetullah dersleriyle büyük bir ruhanî lezzet veriyor. İnsanı, kendisine ve topluma verebileceği zararlardan kurtarıyor. Rabbimiz, nasıl bugünkü insanlık âlemine rahmetiyle bahşettiği medeniyet harikalarıyla, madde âleminde yolları kısaltmış; mâneviyat âleminde de, kaynağı sadece Kur’ân-ı Azimüşşan ve hadis-i şerifler olan Risale-i Nur’u bahşederek en kısa yolu göstermiştir.”4

Dipnotlar:

1- Doç.Dr.Mehmet Faik Yılmaz, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van., 2- Yrd. Doç.Dr. Abdulkadir Etöz, Selçuk Üniversitesi., 3- Dr. Muhammed İyaz Niyazi, Kabul Üniversitesi, Afganistan., 4- Prof. Dr. Şahin Akkaya, Sütçü İmam Üniversitesi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*