Embiryodan tezahür eden mucizeler – 1

Bilindiği üzere, varlıklar dört çeşittir.

Bunlardan,

Birincisi: Cansız bildiğimiz toprak unsurudur. Aslında toprak; tamamen hareket halinde olan atomların toplamından meydana gelmiş, bütün varlıkların ve canlıların teşekkülüne ve vücuda gelmelerinde, bir analık vasfına sahip; potansiyel bir kuvve, bir güç kaynağıdır. Zira bütün canlılar; toprak anadan ve sudan meydana gelirler, hayata kavuşurlar.

İkincisi: Bitkilerdir. Bunlar ruhsuz olmakla beraber, canlılık vasıflarına haiz olarak yaratılmışlardır.

Üçüncüsü: Ruh ile yaşamları kaim olarak yaratılmış, vücuda gelmiş bütün hayvanların hayatı.

Dördüncüsü: En kâmil manada yaratılmış ve aynı zamanda ruh’a sahip, şuurla (Bilinçle) betimlenmiş olan insanların hayatıdır.

Hayatın, bütün nimetlerin başında geldiğini Allâh Te’al’a şu âyetle ifade eder:

“Ne suretle Allâh’ı inkâr ediyorsunuz? Halbuki sizin hayatınız yoktu, O size hayatı verdi; sonra sizi öldürecektir, sonra yine hayatı verecektir, sonra O’na döndürüleceksiniz.”(1)

Zikri geçen âyette, hayâtın en büyük nimet olduğuna işaret edilmiştir. Evet bütün evrendeki düzen ve dünyadaki intizam, mükemmel bir hayatın temin edilmesi ve saadetini sağlamak üzere kurulmuştur.

“Evet hayat, ezeli kudretin, en büyük ve en ince ve en âcîb bir mu’cizesidir; ve bütün nimetlerden üstündür. Evet hayat nevilerinin en ednası (en düşüğü, en zayıfı) nebatat (bitki) hayatıdır. Bitkilerin hayatının başlangıcı, çekirdekte veya habbede hayat düğümünün uyanıp açılmasıdır. İnsan hayatına gelince; her birisi çok tabakalara şamil; maddi hayat, ruhanî hayat, manevi hayat, cismanî hayat gibi nevilere (türlere) ayrılır, gelişir. Demek ziya (ışık), renk ve cisimlerin görünmesine sebep olduğu gibi; hayat da, bütün varlıkların keşfedicisi ve ortaya çıkmasının da sebebidir. Hatta hayat; hakikatların en şereflisi en temizidir. Hiç bir cihetle çirkin bir lekesi yoktur. Hayatın dışı da içi de, her iki yüzü de lâtiftir, ince ve narindir. Hatta en küçük bir hayvanın hayatı bile yüksektir. Bunun içindir ki, hayat ile kudret arasında zahiri bir sebeb tavassut etmiyor. Hayat’a bizzat kudretin mubaşereti (dokunması) İzzet’e (yüceliğe) aykırı değildir.”(2)

Allâh Te’la’n’ın zatına mahsus özel sıfatları vardır. Bunlardan KIDEM ve BEKA sıfatları, konumuzla alakalı öne çıkan iki önemli sıfatıdır.

Kıdem: Evveli, başlangıcı olmamak, ezeli sıfat ile betimlenmiş Allâh’ın sıfatı, ismidir.

Beka: Varlığının sonu olmaması demektir.

Sonsuza kadar ebedi, ölümsüz bir hayat ile canlı olan Âllâh; her şeyi, iki suretle yaratır. Bunlardan biri İBDA, diğeri ise İNŞA şeklindedir.

İbda: Yoktan yaratma, Allâh’ın her şeyi bütün özellikleriyle yoktan, benzersiz yaratmasıdır, örneksiz, maddesiz, aletsiz, yersiz, zamansız olarak, yoktan yaratma biçimidir.

İnşa: Bir araya getirmek suretiyle yaratma, meydana getirme. İnşa ile, san’at ile yaratmak demektir.

“Yani kamâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini, tecellilerini göstermek gibi; çok dakik hikmetler için; kâinatın unsurlarından (elementlerinden) bir kısım varlıkları (mevcudatı) inşa ediyor.”(3) Yani yaratıyor.

Büyüklük, Azâmet Allâh’a ait olduğu gibi; yaratmak da yalnız O’na mahsustur. Eşyanın mûcidi yine Cenab-ı Haktır. İki tarzda icadı vardır. Birisi: İbda tarzında yoktan var etmesi, yani kâinatı meydana getiren unsurların hiçten, yoktan yaratılmasıdır.

Diğeri ise; inşa tarzında, yani eşyanın zerrelerden, atomlardan terkip suretiyle icad edilmesidir. Yani Allâh, atomları ibda ile yoktan yarattı. Sair mahlukatı da o zerrelerden terkip ederek, belli bir nizam ve kanun ile, bir araya getirmek suretiyle inşa etti.

Cenab-ı Hakk’ın kudreti noktasında bütün varlıkların “İBDA” ve yahut “İNŞA” suretinde yaratılmasının hiç bir farkı yoktur. Atomların yoktan icadı ile her hangi bir mevcudun, o atom (zerre) lardan yaratılması, İlâhi kudrete nispeten müsavidir. Yani her iki yönden de yaratmak, O’na kolaydır, yek diğerinden farklı değildir.

Âlem’de her şeye hükmeden bir müvazene kanunu vardır. Cenab-ı Hak bu umumi müvazene kanunu ile her mevcudu ve varlığı o kadar dakik bir nizam ve hassas bir ölçü ile tanzim etmiştir ki, hilkatte abesiyet, faydasızlık, maslahatsızlık olmadığı gibi; adaletsizlik ve dengesizlik de yoktur.

Evet kandaki alyuvar ve akyuvarlardan tutunuz, ta bütün canlıların doğum ve ölümlerine kadar, atom sisteminden, sema burçlarına kadar her şeyi ihata eden, bir müvazene kanunu vardır.

“El hasıl, Cenab-ı Hakk’ın yoktan yarattığı zerratı, iplik gibi istimal etmekte ve bütün mahlukatı bir kumaş gibi dokumaktadır. İşte bu ipliklerin hiçten yoktan yaratılması ibda, bir araya getirilmesi inşadır. Bu inşa ile zuhur eden yeni şekil, desen ve mahiyetlerde ibda-i cüz’idir. Yani bir şeyin maddesi ve şekliyle yoktan yaratılmasıdır.

Başka bir ifade ile ibda-i cüz’i; ibda ve inşa’nın birlikte tahakkuku, yani gerçekleşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Mesela bir bülbül de zerrelerden yaratılmıştır. Artık bülbül zerreler yığını değildir. İâhî kudret, zerrat hamurundan bülbülü halk etmiş, o hamurdan başka bir mahiyet, ortaya çıkarmıştır. Böylece inşa, hususiyet kazanmış, rengi, şekli, sesi ve güzelliğiyle, hayatı ve hissiyatıyla apayrı bir mahiyette (versiyona) bürünmüştür. İşte bülbüldeki hiçten, yoktan yaratılan bütün hususiyetler ibda’dır ve bütün hayvanat bu misalin ışığı altında ve kapsamında düşünülebilir.

Keza şu muhteşem kâinat da, Allâh’ın yed-i kudretiyle yaratılan bir bülbül gibidir. Bu bülbül, bir bir nağmeleri ile, Allâh’ın ibda ve inşasındaki yoktan ve tedrici yaratmasındaki hadsiz Cemal ve Kemâli ilan etmektedir. Şimdi bu harika mucize kudrete azot, karbon, oksijen vesaire mi diyeceğiz? Bu yepyeni garip ve acip mahiyetleri, basit elementlere mi vereceğiz?

Görülüyor ki, mevcudatın te’lifinde bile İ’caz, mu’cizelik vardır. Yaratılan her şey, heyetiyle, maddesiyle, telifiyle, terkibiyle, tanzimiyle, terkibiyle, manasiyla, maddesiyle mu’cizedir. El-hâsıl, ibda ve inşa tezahürleriyle bu kâinat mütemadiyen dolup taşmaktadır.”(4)

Bu ibda ve inşa nazariyle insanın hilkatına bakacak olursak; insan vücudu, tavırdan tavıra geçtikçe, acil ve muntazam inkılâplar geçiriyor. Meni (sperma) dan kan pıhtısına, kan pıhtısından, et parçasına, et parçasından kemiklere et giydirilmesine, oradan da insan suretine inkılâbı, gayet dakik ve ince düsturlara, kanun ve kurallara tabidir. İşte bu tavırların hepsinde öyle düzenli, kanun, intizam vardır ki; altında bir kast, bir irade bir hikmetin cilvelerini gösterir.

Yukarıda sıraladığımız bütün bu varlıklar, yaratıklar; umumen insanın hizmetine verilmiş, ona musahhar edilmiştir. Yani insan eşref-i mahlukat, en Mükerrem varlık olarak yaratılmıştır.

insanın ne kadar değerli olduğuyla ilgili, daha önce değişik cepheleriyle nazarlarınıza sunmuştuk. Ancak, şimdi EMBRİYOLOJİK yapısını, yani bir insanın temel yapısını oluşturan, anne olmaya namzet kadının rahmine düşen yumurtası ile, baba olacak erkeğin tohumu olan spermin, o yumurtaya eklemlenmesinin, döllendiğinin ilk anından itibaren; gün be gün geçireceği aşamaları inceleyeceğiz. Bu arada akılları hayrette bırakan acip ve acip olduğu kadar da garip; havsalanın anlamakta, aklın ise idrak etmekte aciz kaldığı olağanüstü, İlâhî mu’cizelerlerden de bahsedeceğiz.

İlgili kaynaklarda, EMBRİYOLOJİ: Zigot oluşumunu, büyümesini ve gelişimini inceleyen bilim dalıdır. İnsan vücudundaki doku ve organların yapı, işlev ve gelişimini inceleyen tıp biliminin de bir dalıdır, diye tanımlanmıştır. Embriyoloji; Hücrelerin organizasyonunu, hücresel ve moleküller düzeyinde incelemeyi içeren, vücudun mikroskopik anatomisine odaklanır. Embriyoloji, aynı zamanda biyolojinin de bir dalıdır. Yine şayan-ı dikkattır ki embriyo; eski tabirle “cenin” yani “Alak: Uyuşuk kan, kan pıhtısı” manasına gelir ki; bu aynı zamanda, Kur’an’ın 96. Suresine de ad olmuştur.

Elbette ki gözlemleyeceğimiz, inceleyeceğimiz bilgiler, belki 30-40 yıl sonra bilimin, teknolojinin inkişafiyla beraber; eksik ve yetersiz kalabilecektir ki; bu mukadder bir sonuçtur zaten.

Zira ilmî tesbitler ve gelişmeler, yerinde sabit kalmaz; sürekli yeni bilgi ve inkişaflatla irtifa kaydederler. Burada öncelikli maksadımız, bu embriyoloji meselesini, Kur’an’da ifadesi bulunan bilgilerle karşılaştırmalı olarak, nazara vermek ve bu bilgiler arasında da, herhangi bir çelişkinin, bir tezatın da olmadığını teyid etmektir.

Burada, şunu da bir bilgilendirme manasına kaydetmekte bir fayda olacağına inandığım, diğer bir mesele de şudur: Toprakta bulunan her bir atom zerresi, hayatın potansiyel bir kuvvesidir dedik. Topraktan yola çıkıp, insan vücudunda bir cüz haline gelen o zerrenin hareketi, tesadüfen oluşan bir şey değildir. Çünkü o zerre, insan hayatının ve vücudunun, hangi mertebesinde yer alırsa alsın, ona göre düzen almaktadır.

Bir askerin, topçu ise topçuların, piyade ise, piyade birliğinin; denizci ise denizcilerin ve hakeza havacıların; askerlik nizam ve kanunlarına tebaiyet ettiği gibi; eğer bir zerre (atom) toprak unsurundan, bir çekirdeğin, bir habbenin uyanıp canlanmasıyla, bir bitkide yer alır ve oradan da insan vücudunda, hayata Mazhar olur, yerleşirse; çıktığı o mertebe ne olursa olsun; o azanın, o uzvun, o organın nizamına göre şekil alır ve o kanunla hareket eder. Yani, kulaktaki bir hücrede yer alırsa; işitmeyi temin etmede vazife icra eder. Burun’da yerleşmişse, koku alma fonksiyonlarında rol alır. Eğer insanın göz bebeğinde yerleşmiş ise, görmeyi temin eder. Toprak unsurundaki bir zerrenin, bir atomun belli bir kast, kudret ve irade ile vazifelendirilmiş olduğu mahaldeki mertebeye çıkmak için, kat ettiği yolculuktaki süreç ve aşamalar dikkate şayandır.

Demiri demirle dövdüler, biri sıcak biri soğuktu.

İnsanı insanla kırdılar, biri aç biri toktu.

Pir Sultan Abdal

Dipnotlar

(1) Bakara 2/28
(2) İşarat-ül İcaz s. 184
(3) Asay-ı Musa s. 177
(4) M. Kırkıncı: Nasıl Aldanıyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*