İman, hayat, şeriat + siyaset (!)

Önce Kastamonu Lâhikası’ndan kısa bir iktibas:

“Âlem-i insaniyette ve İslamiyette üç muazzam mesele olan iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatleri olduğundan, bu hakaik-i imaniye-i Kurâniye, başka cereyanlara, başka kuvvetlere tabi ve âlet edilmemek, …ve en kudsi ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet-i nefretle siyasetten kaçıyorlar.”

Evet, sadık Nur Talebeleri için hak ve hakikat olan tutum ve davranış biçimi budur: “Hakîkat noktasında en mühimmi ve en âzamı, îman meselesidir.” İmandan sonra daha hayat ve şeriat gelir. “Şeriatın da yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir.”

Peki, iman kardeşlerimiz ve bilhassa Nur Risalelerini beğenerek okuyanlar, günümüz itibariyle burada sıralanan usûl ve esaslara uyuyorlar mı? Dikkat nazarlarına sunulan ölçülere riayet ediyorlar mı?

Şüphesiz, mümkün mertebe o ölçülere dikkat edenler, usûl ve esaslar noktasında hassasiyet gösterenler vardır. Ama ne yazık ki, yaklaşık yirmi senedir “sayısal çoğunluk” denilebilecek bir kitle siyasete fena halde angaje olmuş durumda. Nitekim, kendi ifadeleriyle “Bütün kuvvetiyle” siyasete çalışıyorlar.

Oysa, Üstad Bediüzzaman, siyaset ile bu derece fazla meşguliyetin doğru olmadığını gayet sarih ifadelerle beyan ediyor.

Bununla beraber, bazı iman kardeşlerinin kendini tutamayıp “şimdiki umûmun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatı” sebebiyle siyasete ziyade ehemmiyet vermelerinden yakındığını, bundan rahatsızlık duyduğunu görüyoruz. Kastamonu Lâhikasındaki sair mektuplarda, zikredilen ehem-mühim sıralamasındaki tertibe hiç olmazsa talebelerinin uyması gerektiğini ısrarla tavsiye ediyor.

Yine aynı eserinde, söz konusu üç vazifenin ifa ve icrasına dair şu beyanda bulunuyor Üstad Bediüzzaman: “Bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdetâ kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Ne­bevînin (asm) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdî’de ve cemaatindeki şahs-ı mâne­vide ancak içtima edebilir.” (Kastamonu Lâhikası)

Mürûr-u zamanla zihinlerde yer edinen en öncelikli husus ise, Hz. Mehdi’nin siyaset âlemindeki vazifesidir. Bu vazife, hatalı zihinlerde adeta iman hizmetinin dahi önüne geçirilmiş durumda. Zamanla, sanki en mühim ve en büyük vazife siyaset imiş gibi bir telâkki hâsıl olmuş. Fevkalâde yanıltıcı ve hatalı bir telâkki.

İncelediğimiz kadarıyla, Risâle-i Nur dairesi içinde olanların nazarında, siyaset ve diplomatlık, ancak dördüncü derecede bir mesele olabilir. (Bkz. Kastamonu Lâhikası: 84)

Evet, siyaset, Nur Külliyatının hemen hiçbir yerinde öncelikli bir mesele olarak zikredilmiş değildir. Ne var ki, siyasî ve içtimaî konularda müzakere yapmak yerine, siyasî partiler ve seçilecek adaylar üzerinde şiddetli münakaşalar ve fırtınalı tartışmalar yapıldığı için, siyaset sanki en mühim ve öncelikli meseleymiş gibi dikkat nazarlarında canlı olarak tutuluyor.

Siyasette en çok üzüntü ve sıkıntı veren bir durum ise, bilhassa umuma ait olan dinin mukaddesatına ait argümanların siyasete âlet ediliyor olmasıdır. Yani, kudsî değerlerin kirli siyaset arenasında fütûrsuzca kullanılmasıdır.

Bütün bu handikaplardan kurtulmak için, Sünûhât isimli eserde gayet veciz bir şekilde ifade edildiği “Az mütehassis (duyarlı, fakat duygusallıktan uzak), sağırca (duyduğu her söze kulak asmaz) ve fakat metin bir şahs-ı mânevî” olan meşveret ve şûrâ ruhunu, her birimizin birer ferd-i mânevî sûretinde fikren yaşamak ve kalben hissetmemiz lâzım geliyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*