Evlât acısına karşı iman kuvveti

Bediüzzaman Hazretleri, “İman hem nurdur hem kuvvettir, hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” derken, hakikî imana sahip olmanın insana ne kadar büyük bir kuvvet kazandırdığını ifade ediyor.

İnsanın bu güç ile, en büyük güçlüklere karşı koyabileceğini belirtiyor. Başa gelen felâket ve musîbetlere karşı koyabilmek için herkesin imanın kazandırdığı bu kuvvete ihtiyacı vardır. Yoksa âciz beşer, başına gelen felâketler karşısında dayanacak güç bulamaz. Bîçare kalbi dünyanın sıkıntılarına dayanamaz. Zira insan çok âciz olduğu halde ihtiyaçları ve ıztırapları çok fazladır.

Büyük acılara karşı koyabilmek için büyük bir kuvvete istinat etmek gerekir. Hayat sürprizlerle doludur. Her an insanın karşısına acı bir sürprizle çıkabilir. Bir insanın yaşayabileceği acıların en büyüklerinden birisi ise, evlât acısıdır. İnsanın canından çok sevdiği bir evlâdını kaybetmesi, kolay dayanılacak bir acı değildir. İnsan böyle bir acıyı düşmanının bile yaşamasını istemez. Onun için atalarımız, “Allah evlât acısını düşmanımın bile başına vermesin” demişlerdir. Ama hayat denen bu imtihan dünyasında insan bazen evlât acısı gibi bir acıyla da imtihan edilebiliyor. Ne kadar ağır bir yük olsa da, kalbinin ve ruhunun omuzlarına böyle bir yük konulabiliyor.

Cenâb-ı Hak insana taşıyamayacağı bir yük yüklemeyeceğine göre, evlât acısına karşı da insanı güçsüz ve çaresiz bırakmamıştır. Kalbine koyduğu iman kuvveti ile, en büyük acılara kaşı koyabilecek bir kuvvet ihsan etmiştir. İmanın kuvveti arttıkça, insanın acılara ve felâketlere karşı dayanma gücü de artmaktadır. İman kuvveti, insana her acıya dayanacak bir sabır ve metanet kazandırıyor. Evlât acısını bile teslim ve tevekkül ilâcı ile dindiriyor. Adeta insanı bir sabır kahramanı haline getiriyor. Taziye ve teselli amacıyla acılarını paylaşıp üzüntülerinizi dile getirdiğinizde onlar sizi teselli ediyorlar.

Bu sabır kahramanlarından birisi de, kızı Tuba Hanım Efendi’yi genç yaşta Rahmet-i Rahman’a teslim eden değerli ağabeyimiz Nurettin Tokdemir’di. Taziye için kendilerini aradığımda, hakikî imanın verdiği kuvvetle sabır ve şükür içinde olduklarını gördüm. Böyle bir acı karşısında bu kadar metanet göstermek, ancak hakikî imana sahip olmakla mümkün olabilir. Nurettin Ağabeyimizi de, evlât acısı karşısında gösterdiği bu metanetten dolayı tebrik ederken, tekrar taziyelerimi iletiyor, Tuba kardeşimize de sonsuz rahmetler diliyorum.

İnsan hayatın ve ölümün mahiyetini ancak imanla idrak edebiliyor. Solmuş bir çiçek görse üzülen, yaralı bir kuş gördüğünde içi burkulan, ağlayan bir çocuk gördüğünde kalp gözünde hüzün damlaları biriken insanın, kendi ciğerparesi olan evlâdınının ölümü karşısında duyacağı acıyı tarif etmek mümkün değildir. Ehl-i dünyanın kalbi buna dayanamadığı için dünyası zehir olur, hayatın anlamı kalmaz. İsyana ve intihara kadar götüren bir bunalım içine girer. Ama ölümün bir hiçlik ve bir yokluk değil, dünyanın meşguliyet ve meşakkatinden kurtuluş, bir vazifeden terhis ve fâni dünyadan bâki âleme bir geçiş olduğunu bilen bir insan için sevdiklerinin bu dünyadan ayrılması, o kadar büyü acı vermez. Çünkü bir mü’min bilir ki, toprağa verdiği insan orada bir daha dirilmemek üzere yok olup gitmeyecektir. Ahiretin bekleme salonu olan berzah âleminde, haşir sabahını beklemek üzere kabir kapısından geçmiştir. Dünya hayatında yaşamış olduğu acılar, hastalıklardan dolayı çekmiş olduğu sıkıntılar ve zahmetler sona ermiş, vazifesinden paydos etmiş, istirahate çekilmiştir. Ölüme bu gözle bakan bir insanın sevdiklerinin vefatı, bir kayıp değil, geçici bir ayrılıktır. Geride kalanlar için de ahirete hazırlık yapmaya ve oraya müteveccih olmaya bir teşviktir. Onun için hakikî imana sahip olanları taziyede teselli etmeye bile ihtiyaç yoktur. Sadece onlara güzel bir sabır, ahirete gönderdikleri sevdiklerine de rahmet dilemek yeterlidir.

Ölümü “hayatını kaybetmek” olarak görenleri teselli etmek ise kolay değildir. Çünkü insan basit bir eşyasını kaybetse üzülür. Kaybettiği şeyin değeri arttıkça, üzüntüsü de artar. Evlâdını kaybeden bir anne-babanın üzüntüsünü ise hiçbir teselli ve taziye ortadan kaldıramaz. Evlâdını bir daha göremeyeceğini, onun toprak altında çürüyüp gittiğini düşünmek, dayanılacak bir acı değildir. Ancak ölümün hakikî manasını bilenler ve İlâhî iradeye teslim olanlar bu acıya dayanabilirler. Çünkü ölüm, bir kayıp değil bir kazançtır. Fâni hayatı verip, bâki bir hayatı elde etmektir. Kendisinde emanet olarak bulunan ve idaresinde âciz olduğu bir mülkü mâlikine satmaktır. Sevdiklerinden ebediyen bir ayrılık değil, ebedî bir vuslattır. İnsana bu dersi veren ve bu gerçeği gösteren ise, Allah’a ve ahiret gününe imandır. Bu iki ilâç, insan ruhunun en derin yaralarına ve en büyük acılarına bir merhem olur, her zorluğa karşı koyacak bir güz kazandırır ve insana ebedî saadet kapılarını açar.

Ne mutlu hakikî imanı elde edenlere.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*