“Eylemsizliğin” bedeli ne?

Tam da terör örgütünün Ankara’ya koştuğu “şartlar” için nihaî tarih verdiği 31 Ekim’de ve Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Tuğluk’un İmralı’da terörist başı Öcalan’la “eylemsizlik” kararı görüşmesi öncesinde, Taksim’deki intihar saldırısı dikkat çekici.

 

İşin perde arkasında, her ne kadar resmen üstlenmezse de, saldırının zamanlaması, terör tehdidi ve “eylemsizlik” şantajında bir “gözdağı” olduğu kanaatini veriyor. Ve köklü bir zemine oturmadan siyasî iktidarın “açılım projesi”nin vardığı vartayı açığa çıkarıyor.

Zira en son Karayılan’ın “Metropoller de eylemlerde bundan sonra PKK saldırılarında sivillere zarar gelmeyecek” sözlerine uygun olarak, terör örgütü son eylemi üstlenmedi. Doğrusu, terör örgütü hiçbir zaman sivillerin, köylülerin, halkın katledildiği saldırılara sahip çıkmadı. Ancak, çoğu “sorunlu” tiplerin sınırı geçerek büyük şehirlerde bu tür eylemleri tek başına yapamayacakları, örgütün tertibiyle ancak bu tür saldırıların olabileceği, ortada.

Bu açıdan bir yandan “terör örgütü”nün terörü tehdit ve şantaj olarak kullanırken, diğer yandan, meçhul mahfillerden “PKK’nın terör örgütü ile ilgisinin olmadığı” ve saldırının örgüt içinden “süreci sabote etmek isteyen gruplar”a fatura edilmesi, çarpıtmanın bir başka örneği.

En son yollara döşenen mayınlar ve polis karakollarına saldırılarla çiğnenen “tek taraflı ateşkes”in başta “özerklik” olmak üzere “terör tehdidi ve şantajı”nın Ankara’ya dayatılan “talepler”de kullanıldığı görülüyor. Her ne kadar terör örgütü hâlen üstlenmezse de bu tür metropol intihar saldırılarının terör örgütünün işi olduğu, saldırı öncesinde ve sonrasındaki açıklamalardan anlaşılıyor…

“GÜVEN VERİCİ ADIMLAR”!

Belli ki referandum öncesinde olduğu gibi seçim öncesinde de siyasî iktidara avanataj sağlayan “eylemsizlik” gibi kamuoyunun da hoşa gidecek bir süreç işletiliyor. Hiçbir ayırım yapmadan yarısından fazlasını teşkil ettiği 32 yaralının verildiği polisleri hedef alan saldırı, “imaj çalışması” içindeki terör örgütünün kırsal kesimde kamplara çekildiği kış dönemine denk gelmesi tesâdüf değil. Öcalan’ın daha önce savurduğu tehdit ve şantajla ülke çapında özellikle büyük şehirlerde bombalama ve orta ölçekli isyan provaları ve terör olaylarıyla “şehirlerdeki eylemlerle ortalığı cehenneme çevirecek ses getirecek eylemler” taktiği içinde. Terör ve şiddetle isteklerini kabul ettirme sürecini başlatıyor.

Aslında “Kandil”deki terörist başı ve terör örgütünün sivil yapılanması KCK yürütme konseyi başkanı Karayılan’ın, “sürekli ateşkesi ‘güven verici adımlar’ın atılmasına bağlaması, bunun açık itirafı. (Ertuğrul Mavioğlu, Radikal, 10/28/2010 )

Terör örgütünün “dağdan inme” ve “bütünüyle Kuzey Irak’a çekilme” söylentilerine dair Karayılan’ın, “Şehirde de varız ama dağda da varız. PKK Kolay oluşmadı, kolay da çözülmez. Ben kendim yüzlerce operasyonla karşı karşıya gelmişim. Biz kendimizi bu dağlarda koruyacak ve yaşatacak tecrübeyi kazanmışız. Arazinin bütününü tanımışız. Kürdistan’ın diğer parçalarında da yaşayacak tecrübemiz var. İstenirse şiddet yolu devam ettirilir, bu durumda inanın PKK yine daha güçlenir. Son seçenek olarak ona da gidebilir. Ama teslim olması ya da şiddet yoluyla tasfiye edilmesi mümkün değil” demesi ve “devletle yenişememek”ten bahsetmesi, “eylemsizlik” kararının bir aldatmacadan ibâret olduğunu ve terör örgütünün süreci bir “tehdit ve şantaj aracı” olarak istimal ettiğini bir defa daha te’yid ediyor.

KİMİN “PROJESİ?

Ve Öcalan’ın avukatları aracılığıyla açıkladığı, Başbakanlığa ilettiği ve Kandil’e gönderdiği mektubundaki “yol haritası”ndaki “çözüm perspektifi”nin mâhiyetini deşifre ediyor. Karayılan’ın kaygılı olduğunu söylediği ve hiçbir surette boşa düşürmeyeceğini bildirdiği “koşullar”la sözünü ettiği “diyalog sürecinin stratejisi” bu.

Herkes biliyor ki, İmralı, Kandil, BDP ve KCK’nın “eylemsizliğin şartı” olarak öne sürdüğü “güven verici adımlar”dan kasdı, daha önce defalarca açıklanan Türkiye’nin “federatif sistem”le özerk bölgelere bölünüp, eğitimden sağlığa, din işlerinden güvenliğe kadar ayrı “özerk Kürdistan projesi” gelmekte.

Kısacası, yanlış parametrelerle “terörü tasfiye” ile “akan kan durması ve anaların gözyaşlarının dinmesi” sloganlarıyla başlatılan “açılım”, tefrika fitnesine âlet edilmekte. Türkiye’nin özerk bölgelere ayrıştırılmasıyla, “Kürt sorunu”nu özgürlükleri, demokratik kültürel hakları aşan, “egemenlik ve toprak talebi”ne varan ve tıpkı bir asır öncesinde olduğu gibi, ecnebilerin parmak karıştırmasına zemin hazırlayan, ırkî ve bölgesel ayrıkçılıkla vatan ve milletin parçalanması politikalarına malzeme edilmekte.

Daha “avukatı” Tuğluk’la Öcalan’ın görüşmesinin sonuçları açıklanmadan, terör örgütüne yakın bir internet sitesinde, “eylemsizlik kararının seçimlere kadar uzatıldığı” haberinin uçurulmasının anlamı bu.

Sahi en bâriz bedeli, “özerklik” olarak peşinen ilân edilen “eylemsizliğin” akıbeti ne olacak? Öcalan ve Karayılan’ın ortaya attığı bu “çözüm önerisi” gerçekten bir “PKK-Öcalan reçetesi” mi; yoksa Başbakan Erdoğan’ın şiddetle reddettiği “Amerikan projesi”mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*