Teröre tedbir tartışmaları

Millî Güvenlik Kurulu’nda da öne çıkan terörle mücadele tedbirlerinin başında, şüphesiz hudut birliklerinin profesyonelleşmesi ile uluslararası işbirliği ve istihbarat paylaşımının geliştirilmesi geliyor.

Keza sınırötesindeki terörün tasfiyesi için yalçın dağların arkasında düz tampon bölge oluşturulması yeniden ortaya atılan tedbirlerin arasında.

İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’nda komşu ülkeler arasında fitne ve kavgaya sebebiyet vermesi maksadıyla en sarp ve denetlenemez bölgelerden geçirdiği Türkiye-Irak sınırının kaydırılıp güvenli bir coğrafyanın oluşturulması, dıştan gelen terörün engellenmesi açısından elbette önemli.

Ne var ki ülkeler arasında uzun müzâkerelerle orta vâdeye kayacak ve tek başına çözüm olamayacak bu tedbirden önce âcil önlemlerin alınması gerekiyor. Bunların başında da şüphesiz terör örgütünün vur-kaç eylemlerine karşı tamamen terörle mücadele için yetiştirilmiş, donatılmış ve terör örgütünün taktiğine karşı eğitilmiş, hareketli özel harekâtın yeniden devreye sokulması zarûrî görülüyor.

Kaçakçılığa karşı zamanla kurulan karakolların terörist saldırılara hedef olmakla zâfiyet teşkil ettiği; buna mukabil nitelikli profesyonel personel ve uzmanlaşmış askerî birliklerle takviye edilecek oluşumun ancak terörle mücadelede başarılı olacağı, ifâde ediliyor…

ANKARA’NIN “YOL HARİTASI” VAR MI?

Bütün bunların yanısıra, özel harekât timleri ve uzman askerî birliklerle sınır güvenliği sağlansa bile, içte teröre destek olunduğu ve terörü türeten bataklık kurutulmadığı sürece, Türkiye’nin bu belâdan kurtulması mümkün görülmüyor.

Gerçek şu ki terörün hüküm sürdüğü ortamda demokratikleşme ve özgürlükler olmuyor. Bu bakımdan salt askerî güvenlik önlemleriyle kalınmaması, terörle mücadelede sözü edilen “açılım”ın içinin doldurulması, beklentilerin karşılanması; ekonomik, psikolojik, siyasî tedbirlerle bundan sonra izlenecek “yol haritası”nın belirlenmesi gerekiyor.

Aksi halde alt yapısı hazırlanmadan açıldığından tıkanan “açılım” gibi, iktidar partisinin tek başına yaptığı terörle mücadelede bir netice alınamaz…

Bunun içindir ki öncelikle ülke içinde terör tehdidinin bertaraf edilmesi için toplumsal geniş bir mutâbakat âciliyet kesbediyor. Temel hak ve özgürlükleri, hukukî yasal düzenlemeleri kapsayan ciddî bir demokratikleşme irâdesi büyük ehemmiyet kazanıyor.

Tesbit şu ki, son günlerde “derin devlet bağlantıları” deşifre edilen İmralı’daki teröristbaşı Öcalan, terörü siyasallaştırmak ve sözde bir “siyasî figür” olarak mahkûmiyetini “ev hapsi”ne çevirmek için terör örgütünü kullanıyor.

Bu amaçla her ne kadar “Çekiliyorum!” dese de kendini olayların merkezine koyuyor. “Resmen muhatap alınması” hesâbına her türlü taktiğe başvuruyor. Bir yandan “Bundan sonra karışmayacağım, devlet ve hükûmetle örgütü karşı karşıya bırakıyorum” diyor; diğer yandan, “terörün artacağı” tehditleri şamatasında “serbest bırakılması halinde PKK silâhlı güçlerini bir alanda toplayıp etkisiz hale getireceği” şantajını savuruyor…

Ne garip ki AKP hükûmeti, buna tepki verip sâdece şikâyetle kalıyor. Adalet Bakanlığı, uluslararası kurallara göre teröristbaşını enterne edemiyor.

Merhum Menderes’in Yassıada’da avukatlarıyla ve hatta âilesiyle görüşmesinde Ada Komutanı Egesel’i bulundurup mâsumane âilevî sohbetlerini dahi engelleyen, elli kelimeyi geçemeyen mektuplarını kontrol edip sansürleyen devlet, 30 bin insanın katlinden sorumlu teröristbaşının içeriden terör örgütünü ve terörü yönetmesini engelle(ye)miyor!

“BAŞKASININ SİLÂHIYLA, GÖZÜYLE, KULAĞIYLA…”

Bu arada önemli bir bölge ülkesi olduğunu iddia eden Türkiye’nin hâlâ güvenliği için teröre karşı yeterli istihbarat uydu ve uçaklarını devreye sokmadığı anlaşılmakta. Her ne kadar Genelkurmay’dan “ABD istihbarat paylaşımı konusunda bir sorun olmadığı” açıklansa da, karakol saldırılarıyla başlayan ve en son İskenderun’dan Şemdinli’ye askerî üslere ve birliklere kalabalık gruplar halinde saldırıya varan gruplar halindeki terör hareketlerinin Türkiye’ye bildirilmediği bâriz bir biçimde ortaya çıkmakta.

Başbakan Erdoğan’ın Şemdinli saldırısının ardından partisinin Meclis grubunda, “Başkasının silâhıyla, gözüyle, kulağıyla ve teçhizatıyla ne kadar terörle mücadele edileceğin sizin takdirinize bırakıyorum” cümlesi, bunun ikrarı…

Belli ki Başbakan da “üçlü mekânizma” çerçevesinde PKK’yı “düşman!” ilân eden ve bölgeyi uydularla tarayan “stratejik müttefik” ve “model ortak” ABD’nin yüzlerce teröristin Türkiye’ye sızmasına dair istihbarat bilgilerini yeterli düzeyde paylaştığına pek inanmıyor!

Ve bütün bunları bile bile, “one minute” krizine ve dokuz vatandaşın hunharca katledildiği Mavi Marmara saldırısına rağmen İsrail’le Heron casus uçağı ihâlesini iptal etmeyen Ankara, hâlâ “taşeron terör” hakkında eksik istihbarat veren Washington’la “istihbarat paylaşımı”na devam ediyor. Erdoğan, Obama’dan “destek” istiyor… Peki neden?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*