Felaketten sonra gelen saadet

Bu yazıda iyice düşünmemiz, hatta pür dikkat odaklanmamız gereken üç anahtar ifade var.

Birincisi: Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüp eder. Musibet, cinayetin neticesi, mükâfâtın mukaddimesidir. (Hakikat Çekirdekleri)

İkincisi: Bazen saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar. (Sünuhat)

Üçüncüsü: En büyük saadetler, büyük ve acı felâketlerin neticesidir. (Lemâlar/29.)

Üçüncü sıradaki vecizenin devamında, yine gayet veciz bir ifade ile peygamberler tarihinden harikulâde bir örnek veriliyor. Aynen şöyle: “Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.”

Bugün on vilayeti içine alan geniş sahada başımıza gelen deprem musibeti, her yönden büyük bir felâket olarak karşımızda duruyor. Öyle ki, muhtemelen hâsıl olan can-mal hasarının tesbiti dahi tam olarak yapılamayacak. O derece korkutucu, ürkütücü, dehşet verici bir tablo.

Ama, her şeye rağmen, bunun arkasında büyük bir ferec, rahmet ve saadet faslının geleceğine inanıyoruz. Zira, bunun böyle olduğuna dair hem kudsî kaynaklarımız haber veriyor, hem de tarihî hakikatler buna şahitlik ediyor.

Şimdi tarihten pek saadetli ve çok parlak bir misâl ile günümüz felâketinin neticesine ışık tutmaya çalışalım.

İslâm Birliğinin kurucusu olan Yavuz Sultan Selim, 1512 senesinde Osmanlı tahtına geçti. Önce babasıyla, ardından kardeşleriyle yaşadığı çetin mücadelenin ardından, devletin başına geçmeye muvaffak oldu. Böylesi bir muvaffakiyet, fetih için cepheden cepheye giden Yeniçeriler’in de istediği bir netice idi.

Sultan Selim’in tahta geçtiği esnada, İran (Safevî) hükümdarı Şah İsmail (1501’den 1524’de kadar) Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının bir kısmını elinde tutuyordu. Bir kısmı da Mısır’daki Memluk Sultanlığının elindeydi. Aktüel bir ifade ile, bugünkü deprem bölgesinin tamamına yakın kısmı, söz konusu üç devlet arasında bölüşülmüş olup, zaman zaman da el değiştiriyordu. Yani, burası sosyal ve siyasî yönden pek sancılı bir coğrafî bölge durumundaydı.

İşte, tam da o devirde, bölgede tarihin en büyük depremlerinden biri vukua geldi. 1513’te, yani bundan 510 sene evvel Doğu Anadolu fay hattı kırıldı ve tahminen 74. büyüklüğünde şiddetli bir sarsıntı meydana geldi. Bugün daha büyük bir şiddetle sarsılarak harabeye dönen coğrafya üzerinde hem fazla bir nüfus yığılması yoktu, hem de bugünkü gibi koca koca yapılar, binalar bulunmuyordu. Dolayısıyla, deprem çok şiddetli olmakla beraber, can ve mal kaybı bugünkü seviyede olmadı. Yine de o zamana göre büyük bir felâket olarak tarihin kayıtlarına geçti.

1513’teki deprem felâketinden bir yıl kadar sonra, Adanolu’daki Şia tehlikesini bertaraf eden Çaldıran Zaferi yaşandı. Ağustos 1514’te kazanılan bu zafer, aynı zamanda Türk-Kürt kaynaşmasını da hâsıl edip netice veren “Anadolu Birliği”ni sağlamış oldu.

Anadolu ittihadının temin edilmesinden ve sağlama alınmasından sonra, sıra İslâm Birliğine gelmişti. Yavuz Sultan Selim, uzun süredir hazırlık yaptığı Mısır Seferi için 5 Haziran 1516’da İstanbul’dan yola çıktı. Önce, bugünkü Şam-Suriye (Mercidabık-Ridaniye Zaferi ile) topraklarını aldı, ardından Kahire’ye girip Mısır’ı fethetti. Hemen sonrasında ise Kudüs’e girerek Filistin’i ve nihayet Hicaz Bölgesini de Osmanlı devletine dahil ederek Mekke ve Medine’nin “hâdim”i oldu. Nitekim, onun bir unvanı da Hâdim’ul-Harameyn’uş-Şerifeyn, yani Mekke ve Medine’nin Hizmetkârı idi.

İşte, 1513’teki büyük zelzele felâletinden hemen sonra gelen Anadolu ittihadı ve İslâm Birliği saadetinin kısacık bir hikâyesi.

Demek, Üstad Bediüzzaman’ın da ifadesiyle, “Musibet, cinayetin neticesi, mükâfâtın mukaddimesidir.” Yani, yakında başlayacak olan mükâfat mukaddimesiyle, inşallah saadetli bir döneme geçilmiş olacak.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*