Büyük bir deprem felaketi yaşadık

Dünya’nın en güzel coğrafik konumuna sahip ülkemiz Anadolu, sık sık deprem gibi belâ ve musibetlerine maruz kalmaktadır.

Bu son Maraş merkezli zelzele, yüz yıllardır bilinen ve beklenmekte olan, potansiyel bir tehlike olarak önümüzde durmaktaydı. Nihayet 06.02.2023 günü, gecenin geç saatlerinde şiddetli bir sarsıntı ile, yine 100 yılın en büyük depremi meydana geldi.

Bölge halkı hazırlıksız, tedbirsiz bir şekilde bu felaketle karşı karşıya kaldı. Bu geliyorum diye sinyal veren, bilinen bir depremdi aslında.

Ne kadar hazin ve elim bir durum ki, an itibariyle resmi açıklamalara göre 6500 yüksek katlı bina yerle bir oldu, uykudaki sakinleri ile beraber.

Dikkat ediniz! Bunlar ev değil, birer bina, apartman. Gerçek ölü sayısı verilirse şayet, muhtemeldir ki, Dünya’da yaşanmış depremlerden, en büyük can kaybının olduğu deprem olduğu görülecektir.

Şu sözlerime yürekten inanmanızı isterım ki; İslâm dininın cevheri, şefkat, sevgi ve merhamettir. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, tabiinden olan Hasan-ı Basri’nın ifadesiyle;

“Öyle bir zaman gelecek ki, Hz. Muhammed’ın arkadaşları olan ashabı, sizi görseler, acaba bunlar gerçekten Müslüman mıdırlar? Diye, o şekilde temaşa ederlerdi.” Diyor.

Kalblerimiz o kadar katılaştı ki, göz pınarlarımız adeta kurudu. Göz yaşları nedir bilmez olduk. Ağlamanın insana verdiği zevki, rehaveti, huzuru ve kendine has mutluluğun, haz ve tadını unuttuk.

Zâlimleştık, gaddarlaştık. Adalet’ten, hukuktan, sevgiden fersah fersah uzaklaştık. Ve daha nice haddini bilmez, haddini aşan densizliklere giriftar olduk.V e sonuç itibariyle Allâh’ın gayretine dokunduk.

Bu karda, kışta, gaflet anında, gece uykusunda, Mısır’a belki de bütün Asya kıtasında bile hissedilen ve 13.5 milyon insanımızı içine alan, 10 vilayetimizi hâk ile yeksan edecek derecede, bir zelzele ile sarsıldık.

Acaba amelimizin, yaptıklarımızın karşılığı olarak, bu şiddetli tokata müstehak mı olduk? Bu musibetle uyanır mıyız, uyanmaz mıyız diye düşünmeye başladım.

Lütfen, şu ayetteki İlâhî uyarıya bakar mısınız;

“Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar.(1) buyurmuştur, Allâh.

Burada çok önemli bir noktaya dikkat çekilmektedir şöyle ki;

Ayet’te, öncelikle belâ ve musibetlere düşünerek bakılmasını önerirken, bunların arkasında en büyük sebep ve âmil zalimlerin zulmü olduğunu nazara vermektedir.

Ve bütün insanlara zimnen şunu ihtar ediyor ve diyor ki: Zâlimler yüzünden başınıza gelecek musibetlerden muaf olmadığınız gibi, bu musibet sizleri de zâlimlerle beraber yakacaktır. Diye ifham eder.

Üstad, “Zelzele musibeti, hataların neticesi ve kefaretü’z-zünubtür.” (2) diye ifade etmiştir.

Yani bu musibet ve belâlar, zâlimler için ceza-i amel olurken, masumlara ise, kusur ve günahlarından bir kefaret, bir tezkiye, bir arınma, bir temizlenme ve ayrıca af edilmelerine de vesile olacaktır.

Böylesi olaylar karşısında bizlere düşen, gerek devlet bazında ve gerekse birey olarak, ilgili şartlar çerçevesinde nizamî tedbirler almak ve ona göre hazırlıklı olmaktır.

İşi kadere havale etmek, insanın kendisine yüklenen vecibelerden ve sorumluluktan kaçma ve kadercilik anlayışıyla müteselli olmaktan başka bir şey değildir.

Kader planında olanları, kul kendi iradesiyle tayin eder. Hayır ve şerriyle, pozitif ve negatifiyle, yaptıklarının karşılığını mutlaka yine kendisi bulur. Kader bizce meçhul yani bilinmezlerle kuşatılmış iken, Allâh’ın ilm-i ezelisi, yani sonsuz ilmiyle malûmdur, yani bilinen hakikatlardır.

Bu ne demektir; yani yaptıklarımızı, ettiklerimizi biz irademizle ister, murad ederiz. Öbür yandan yüce Allah, bunu kâder proğramında tescil eder, icra eder. Yani murad bizden takdir ise Allâh’tandır. Yani deveni bağlıyacaksın, ondan sonra, Allâh’a işi bırakacak ve tevekkül edeceksin.

Sonuç itibariyle, her meselede olduğu gibi, bu deprem olayında da, inşaatlarda demirinden, çimentosundan, sıvasına kadar her şeyin hakkını vereceksin, yapıları ona göre inşa edip, dizayn edeceksin. Bu minval üzere kadere bakacaksın. O zaman kadere; makama uygun ve tam manasıyla iman etmiş olacaksınız.

Böylesi helâket ve felâketler zuhur ettiğinde, dayanışma, maddi ve manevi yardımlaşma duygularının doruğa çıktığı dönemler olarak bilinir.

Allâh Te’alâ çok ayetlerde bu rahmet duygularından stayışle bahseder ve teşvik eder.

“Allâh’tan hakkiyle sakınanlar, bolluk halinde de, darlık halinde de başkasına infak ederler (yardım ederler) ve öfkelerini yenerler. Allâh iyilik eden muhsinleri sever.” (3) buyurmuştur.

Ve “Ey iman edenler! Hiç bir alış verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı (fayda vermediği) kıyamet günü gelip çatmadan, size rızık olarak verdiğimizden, sizde infak edin.(ihtiyaç sahiplerine verin)” (4) buyurmuştur.

Bu çerçevede memleketimiz Mardin’de de hiç umulmadık biçimde hummalı bir yardım kampanyaları yapıldı, olağan üstü bir gayret ve çalışmalar icra edildi. Hemşehrilerimle iftihar ediyor ve bu yönde onları tebrik ediyorum.

Bir hadis-i kudsîde yine Allâh şöyle bir ifade de bulunmuşlardır: “Hayırlı işlerde, iyilikte, güzellikte yardımlaşınız. Lâkin şerde, kötülükte ve husumette yardımlaşmayınız.”

Görüldüğü üzere, gün empati yapma günüdür. Musibete düçar olan kardeşlerimizin dertleriyle hem dert olma, elemleriyle müteellim olma, muzdarip olma günüdür.

Gün, şefkat ve rahmet duygulariyla gönülden dua etme ve musibetzedelerin cephelerine imdat ve yardım gönderme günüdür.

“Ölumün bizi nerede beklediği belli değil,

İyisisi mı, biz onu her yerde bekleyelim.”

Montaigne

Dipnotlar

(1) Enfal 8/25

(2) Sözler. S. 180.

(3) Âl-i İmran 3/134

(4) Bakara 2/254

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*