Futbol Hastalığı

Bilhassa gençler ve hemen her yaştakiler için sporun, beden hareketlerinin faydası ve lüzumu inkar edilemez. Tatbik tarzına ait her türlü teferruatında İslâm’ın emirleri dışına çıkmamak şartıyla, sporu ihmal etmemelidir. Hareketsizlikten çeşitli hastalıklar ve gelişme gerilikleri meydana gelebilir. Kâinatta zaten daimi bir hareket kanunu işlemektedir. Adalelerin çalışması, bütün organlarımızın da daha iyi çalışmasına sebep olur; kan daha iyi devreder, akciğerlerin teneffüs kapasitesi artar, vücutta meydana gelen zehirlerin atılması kolaylaşır. Bedenî faaliyet, zihnî yorgunlukların giderilmesinde de müessir bir çaredir.

Sporun birçok nevileri olmakla beraber, herkes her nevi sporu yapamaz, sporun yaşla ve vücut kapasitesi ile yakın alâkası vardır. Fakat herkesin her yaşta yapabileceği en kolay ve en faydalı spor, yürüyüştür.

İnsanlarda spora karşı fazla alâkanın bulunması yadırganacak bir hal değildir. Aksine, askerlik gibi bazı mesleklerde sporun büyük önemi vardır. Fakat spor alâkası görünüşü altında, sporun hakikî gayesi, mahiyeti ve faydalarından mahrum, ölçüsüzce körü körüne bütün mevcudiyetiyle sürükleniş heyecanlarını da hoş görebilmek mümkün değildir.

– “Sporla meşgul oluyor musunuz?” sualine şu cevaplar verilebilmektedir:

 

“- Evet, mühim futbol maçlarını hiç kaçırmam.

. . . . . . . . . .

“- Her hafta mutlaka spor-toto veya spor-loto oynarım…

. . . . . . . . . .

“- Mühim bir maç, olmadan önce ve olduktan sonra da günlerce beni meşgul eder.

. . . . . . . . . .

“- Mühim bir maçı seyredebilmek için, Türkiye’de veya dünyanın neresinde olursa olsun, bütün imkanlarımı kullanabilirim…

. . . . . . . . . .

– “Benim için en alâka çekici konuşma mevzuu futboldur.

Bu ve benzeri cevapları verebilecek kişilerin halen Türkiye’de çok sayıda bulunması, basın, medya ve siyasîlerin kendilerine ait çeşitli menfaat hesaplarıyla (şöhret, oy, tiraj, bol reklam ve bol para gibi) bu alâkayı devamlı olarak pompalamaları, futbol hastalığının durumunu gerçekçi ve menfaat hesaplarından uzak olarak tahlil etmemizi gerektirmektedir.

Oyun heyecanı fazla bir spor olan futbola aşırı alâka gösterenlere “futbol hastası“, maç günleri başka vilayetlerden bile gelip bilet alabilmek için bir gece öncesinden turnikeye girerek açık havada, soğukta sabahladıkları stadyumlara “hastane” denilmesi, oldukça yaygın ve eskidir. Fakat aşırı futbol meraklıları, kendilerine “futbol hastası” ve stadyumlara “hastane” denilmesine hiçbir kızgınlık göstermez; hatta bu halleriyle iftihar eder gibi bir tavır takınırlar.

Futbol hastalığı tenkid ve münakaşa konusu yapılsa bunlar, bütün dünyanın futbol heyecanı ile sarsılmakta olduğunu, Güney Amerika memleketlerinden, İngiltere’den, İtalya’dan misâller getirerek anlatıp, adeta asıl “anormal” halin futbola hiç alâka göstermemek olduğunu îma eder gibi konuşurlar. Salgın bir hastalık birçok dünya memleketlerinde yaygın halde olsa, bu hastalığı “sıhhat” ve bu hastalığa yakalanmamış olmayı “hastalık” diye mi kabul etmek icabeder?

Bu hal, Şarklı bir yazarın meşhur bir hikayesini hatırlatıyor: Bir hükümdarın ülkesinde bir su çıkmış. Bu sudan içenler deli oluyorlar ve bu sudan içmeyenleri “deli” olarak vasıflandırıyorlarmış. Hükümdar ve veziri buna bir çare arayıp bulamazlarken, bu sudan içerek deli olanların sayısı da süratle artmağa devam ediyormuş. Bunların sayısı arttıkça, diğerleri üzerindeki maddî-manevî baskıları da artıyormuş. Bu duruma bir çare arayıp bulamayan hükümdarın veziri, ümitsizlik içerisinde hükümdara gelip bu sudan içip deli olanların baskılarına daha fazla dayanamadığını, kendisinin de bu sudan içip diğerleri gibi olmaktan başka çare bulamadığını söylemiş. Hükümdar, bütün gayretlerine rağmen, vezirini bu kararından vazgeçirememiş. Vezir de o sudan içip deli olduktan sonra ve o sudan içmeyen hükümdara deli nazarıyla bakmağa başlayınca, son olarak hükümdar da o sudan içmekten başka çaresi kalmadığını görmüş ve o da içmiş..

Bu Şark hikayesi burada bitiyor. Acaba dünyayı saran futbol hastalığının hikayesi nerede ve nasıl noktalanacaktır?

Futbol hastalığının teşhis ve tedavi icabettiren ârazı, içi atmosfer basıncından biraz daha fazla tazyikli hava dolu meşin bir topun ardından ruhuyla, aklıyla, kalbiyle ve bedeniyle şuursuzca sürüklenmek şeklinde kendini gösteriyor.

Futbol hastalığı insanların en kıymetli hazineleri olan vakitlerinin israfına, çeşitli ölçüsüz, taşkın ve günah sayılan işler yapmalarına, küfürleşmelere, dövüşlere ve hatta ölümle neticelenen olaylara sebeb olabilmektedir. Ülkemizde ve dünyada bunun çeşitli zamanlarda yazılı basına ve medyaya da akseden çok sayıda misalleri görülmektedir. Futbol maçlarında taraflar arasında çıkan kavgalarda bazen çok sayıda ölümlerin de olması, bir Anadolu şehrimizde, mahallî takımlarının başka bir şehirde yapacağı maça gitmek için otobüs kiralamak isteyen, fakat bunun için paraları olmayan bazı gençlerin gece tenha sokaklarda ellerinde zincirlerle yol kesip zorla para almaları ve benzeri, çok daha kötü örnekler, bizi bu mevzuda düşünmeğe sevk etmeyecek midir?

Fıkıh âlimleri, en iyi beyin sporu olması yanında insanın aslî gayesi ve hayat programına ters düşen bazı mahzurlarını dikkate alarak satranç oyununda aşırılığı bile hoş görmemişken, satranca göre çok eksik ve geri yönleri bulunan futbolun ve bununla alâkalı futbol hastalığının durumunun, dinî olarak da ciddî şekilde düşünülmesi ve değerlendirilmesi icab etmez mi?

Bazıları,

“- Daha kötü şeylerle uğraşmaktansa, bırakalım; insanlarımız futbolla uğraşsın..” demekte ve futbol hastalığı aleyhinde konuşturmamağa çalışmaktadırlar. Onların bu hali, 50 yıl İspanya’yı diktatörlükle idare etmiş olan General Franko ile alâkalı bir anekdotu hatırlatmaktadır: General Franko’ya 50 yıl koskoca İspanya’yı diktatörlükle nasıl idare ettiğini sormuşlar. General Franko:

“- Büyük arenalarda (boğa güreşlerinin yapıldığı yerlerde) ve büyük futbol sahalarında uyutarak…” cevabını vermiş.

Futbolla alâkalananlar, gücenmesinler. Burada bizim maksadımız futbol seyircisini tahkir değil, hakikat ölçüleriyle bir değerlendirme yapmaya çalışmaktır.

Aynı mevzuyla alâkalı olarak söylenebilecek daha çok şeyler olabilir.

“- Daha kötü işlerle uğraşmaktansa…” yanlış hoşgörü cümleciğine karşı, meselâ boş bir kabın doldurulması ile alâkalı şu duruma dikkat çekilebilir:

Boş bir kabı,

“- Daha kötü birşey dolmaktansa…” deyip rastgele bir şeyle doldurursak, kap dolu duruma geleceği için, onu daha iyi bir şeyle de dolduramayız. Bunun için, önce doldurduğumuzu boşaltmamız icab eder. İnsanın ruhî, aklî, hissî alâkalarının mazharı bir kap olduğu farzedilirse, o kaba daha kötüsü dolmasın diye futbol hastalığını doldurursak, daha iyisinin dolmasını da engellemiş oluruz. Ancak önceden koyduğumuzu boşaltmak suretiyle kaba daha iyi bir şey koymamız mümkündür; bu ise pratikte hem zordur, hem de önceden koyduğumuzu tamamen boşaltmadıkça, yeni konulanla karışacak; müşevveşiyet arzedecektir. Nitekim, asrımızın insanlarında bunun misallerine çok rastlanmaktadır.

Futbol hastalığının derecesine göre bu müşevveşiyetle, manevî değerlere de sahip olsalar, zihinleri futbolcular ve geçmiş maçlar üzerinde yapılan yorumlar, değerlendirmelerle meşgul olur; her boş zamanda ve her fırsatta sözü, futbola getirirler.

Bu halleriyle, futbol hastaları -aslında öyle olmasa bile- kendilerini bu dünyaya sanki futbol oynamağa, futbol seyretmeğe veya futbol üzerinde konuşmağa ve münakaşa etmeğe gelmiş zanneder gibi davranırlar.

Bu mevzudaki manevî tehlikelere kısa bir işarette bulunmak için, Türkiye’de yıllarca “Gol Kralı” ünvanını muhfaza etmiş, binlerce hayranını kendisine gıpta ettirmiş, küçük çocuklara büyüdükleri zaman onun gibi olmak özentisini vermiş bir futbolcuyla yapılmış ve basında yer almış eski bir röportajı nakletmek istiyorum.

Röportajı yapan gazetecinin muhtelif soruları arasında,

“- Hayat görüşünüz nedir?” sorusuna, meşhur “Gol Kralı”:

“- Hayat hoş ve boştur, gerisi loştur; al dizginleri koştur da koştur!..” cevabını vermiş…

Meşhur ve muteber bir sözdür:

“- Hayat görüşünün ne olduğunu bana söyle; senin kim olduğunu söyleyeyim.

Gol Kralı’nın “hayat görüşü”nü (!) özetleyen bu sözlerinin geniş şekilde tahlilini yapıp kendisinin ve hayranlarının nasıl bir manevî tehlike ve zarar içinde olduklarını burada açıklamayı zait görüyorum. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmetini ve gayesini şuurlu olarak anlamış her mü’min, bu “hayat görüşü (!)“nün tahlilini kendisi kolaylıkla yapabilir. Diğer insanların futbol hastalığının manevî tehlike ve zararlarıyla alâkalı bu incelikleri anlayıp kabul edebilmeleri için ise, önce onların şuurlu birer mü’min olmaları icab eder. Allah’a (C.C.) hakkıyla iman etmemiş, insan olarak bu dünyada bulunuşunun hikmetini ve gayesini tam idrak edememiş bir “futbol hastası” ise, aklı bazı meşhur futbolcuların hayat hikayeleriyle, şimdiye kadar oynadıkları takımlarla ve attıkları gollerle geveze, ruhu da bunlar gibi faydasız şeylerle sersem olmuş bir halde ve hakikat gözü kapanmış iken, kendisinin en büyük alâka mevzuuna yapılan tenkitleri hazmedemez, haksız bir tepki gösterir.

Futbol hastalığı, manevî bir hastalıktır, bütün dünya memleketlerinde salgın halinde oluşu, onun normal oluşuna delil gösterilemez. Zira bir insan için normalliğin hakikî ölçüsü, moda olan cereyanlar veya salgın manevî hastalıklar değildir. Bütün kâinatı ve bu büyük kâinat içinde küçük bir kâinat olan insanı yaratan Allah (C.C), bütün yarattıkları için ölçüler, kanunlar, nizamlar da koymuştur. Aklıyla muhayyer olarak dünya imtihanına gönderilen insan, cüz’î iradesini Allah’ın kendisi için koyduğu ölçü, kanun ve nizama ne derecede uygun olarak kullanırsa, o derecede normal ve hakikî bir insan olmak vasfına ulaşabilir.

Zamanımızda, kıyafetlerde ve ideolojilerdeki yeni moda olanı taklid etmek temayülü, futbol hastalığı mevzuunda da mevcuttur ve hakikî insanlık şahsiyetini bir ucundan da bu taklitçilik kemirmektedir.

Hayata “boştur (!)” diyerek iftira eden, dolayısıyla Kâinatın Yaratıcısını mânasız, abes ve maksatsız iş yapmakla (Hâşâ) ittiham edenlere, “İyi top sürüyor” veya “Çok gol atıyor” diye muhabbet etmenin tehlikesi açıktır. Maalesef bu tehlikeye yeteri kadar dikkat çekilmiyor.

Gerçek değerler sistemini bulabilmenin ve muhafaza edebilmenin çok zor olduğu bu âhir zamanda, çocukluğundan itibaren yavaş yavaş futbol hastalığının pençesine düşen nesillerimizi, masum bir spor alâkasının çemberine girenler gözüyle mi göreceğiz? Onların aşırı şekilde, ruhlarıyla, akıllarıyla, bedenleriyle, zamanlarıyla ve paralarıyla top peşinde koşmalarının, tahlili icab eden psikolojik ve psikiyatrik yönleri de yok mudur?

Belli şekil ve büyüklükte (top yuvarlaktır, kazananlar dört köşe!), içi etrafımızda çok bol ve her an teneffüs ettiğimiz havanın daha yüksek tazyikli hali ile dolu meşin bir top peşinden insanlarımızın bütün mevcudiyetleriyle koşmaları, bu şekilde vakit geçirmeğe, oyalanmağa, iç sıkıntılarından kurtulmağa, teselli bulmağa, deşarj olmağa çalışmaları, kendilerinin de tam teşhis edemedikleri, fakat teşhisi ve tedavisi icap eden bir ruh halini aksettirmiyor mu?

Bir zamanlar, imanla küfür arasındakilere, “üçüncü bir ekol” manâsında “futbolcu” deniliyordu. Şimdi bu sıfatlandırma yapılmıyor; çünkü futbolculuk alâkası, yukarıda bahsedilen basın ve medyanın bu mevzudaki pompalama gayretlerinin neticesinde, imanla karışıp müşevveşiyet meydana getirmiş durumda… Bu halden hiçbir şikayeti, endişesi olmayanlar ve bu halde yaşamakta mahzur görmeyenler olabilir. Ancak, bu halle ilgili şikayeti,  endişesi ve hassasiyeti olanlara, bilhassa çocuklarının küçük yaşlarından itibaren terbiyesi esnasında, yukarıda bahsedilen boş kabın doldurulması misâlini dikkate almalarını tavsiye etmek yerinde olacaktır.

Çocukların midelerini, küçük yaşlardan itibaren besleyici gıdalarla doldurmağa ve maddî bünyelerinin gelişmesine hizmete çalışmakla kalmayıp çocuğun ruhunun, aklının, çeşitli hislerinin ihtiyacı olan en iyi manevî gıdaların zamanında verilmesi de ihmal edilmemelidir. Belki, ilerde futbol hastalığıyla büyük manevî tehlike ve zararlara girebilmesine karşı böyle koruyucu bir aşı yapılmış olabilir. Çocukların manevî açlığının da doyurulması için, onların ebeveyni ve terbiyesi için çalışanlar, akıllarını Mârifetullah, kaplerini de  Muhabbetullah ile beslemelidir ve onlara tahkikî imanın neşesini tattırmalıdır.

O zaman, bir spor nev’i olan futbola, sadece bir spor nev’i olmaktan çok fazla değer verilip, ondan daha mühim olan alâka mevzularına, kıymet mefhumlarına kayıtsızlık ve hatta onları inkâr hali gösterilmesinin, çocukluk çağından itibaren önlenmesi mümkün olabilir.

Çocukluğunda bu terbiyeyi alan, daha sonra herhangi bir yaşında futbol da oynasa, zararsız bir oyun ihtiyacı ve gerçek spor maksadı ile oynar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*