Genelkurmay Başkanı nasıl yaka paça derdest edildi?

27 MayIs 1960’ı sabah saat 04:30- 05:00 arasında, 16 yaşında Ankara Atatürk Lisesi’nin Lise 1 talebesi olarak, devlet memurlarının oturduğu, eski adı ile Saraçoğlu Mahallesi, yeni adı ile Namık Kemal Mahallesi, 3. Cadde, 5 No.lu apartmanın 4 numaralı dairesinde ablamla paylaştığımız yatak odasında yakından gelen silah sesleri ile karşıladım.

Babam, rahmetli Kıdemli Kurmay Albay Hayri İlkorur, Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Daire Başkanı. Dört dairelik apartmanımızda bizden başka iki jandarma subayı ve aileleri var. 1 numaralı daire’de ise devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Başyaveri, şimdi adını hatırlayamadığım fevkalade saygın bir Deniz Kurmay Albay ile aynı saygınlıkta annesi oturuyor.

Ablam ile telaşla kalkıyoruz ve daha ayaklarımıza terliklerimizi giyerken neler olduğunu tahmin ediyoruz. Zira, Kızılay’ın bir köşesinde yaşadığımız için Türkiye’yi 27 Mayıs 1960’a götüren o günleri ve olayları, 555K’sına kadar izlemişiz. Devlet memurlarının, daha doğrusu tüm Bakanlıklardan çeşitli mevkideki sivil ve askeri bürokratların yaşadığı bir yerde oturduğumuz için, daha çocuk sayılsak da, onların evlatları bizler mevcut siyasi durum konusunda bir fikre sahibiz. Daha da önemlisi, olası değişikliklerin babalarımızı ve nihayette ailelerimizi nasıl etkileyeceği konusunda da tahminlerimiz ve, açıkçası aşağıdaki anıların saldığı türden, korkularımız var. Silah sesleri, yaklaşık 18 apartmanın karşılıklı dizelendiği sokağımızın ucundan itibaren başlayan Kara Kuvvetleri ve Genel Kurmay Başkanlığı tarafından geliyor ve bir askeri harekatın başladığına işaret ediyordu.

O sabaha ait, kendimizi pencerelere attığımızdan itibaren kafama sinema şeritlerinin görüntüleri gibi işlenmiş bir çok anım vardır. İlk görüntüler, mahallemizin Harp Okulu talebeleri tarafından kuşatılmasına ilişkindir. Ama, bir ihtilalin acımasızlığını ve çelişkilerini beynime şoklayan anım o devrin Genel Kurmay Başkanı Orgenaral Rüştü Erdelhun’un evinden alınıp götürülmesidir. Rahmetli Orgeneral Erdelhun, TC devletinin bu kadar savurgan olmadığı o zamanlarda bizim karşımızda, zemin katında tüm mahallenin bakkal ve dükkânlarının olduğu apartmanın birinci katında bizimkinden daha büyük ama hala mutevazi bir dairede oturuyordu. Sokaklar henüz tenha iken bir askeri jeep, şimdi tam olarak hatırlayamıyorum, bir teğmen veya bir üsteğmen komutasında birkaç Harp Okulu talebesi devrin Genel Kurmay Başkanı’nı almaya geldi. Yukarı çıktılar. Erdelhun Paşa ve ailesi kapıyı açmadı. Gelen ekip aşağı indi. Büyük bir kütük getirildi. Bizans’ın kapıları yıkılırcasına kütükle kapının devrilme seslerini duyduk. Biraz sonra, koskoca Orgenaral Erdelhun iki kolunda biri subay iki genç asker, şapkasız, yazlık resmi elbisesinin yakası bir tarafa kaykılmış bir şekilde sürüklenerek jeep’e bindirildi. Ama, o on saniyelik görüntüde 16 yaşında çocuk aklıyla ve büyük bir üzüntü ile aklıma kazınmış olan, o ihtilal havasına kendini kaptırmış olan genç subayın haykırarak sarfettiği şu laftır: “ Yürü ulan e…k, sen bu orduyu sattın !”

27 Mayıs 1960’ı takip eden günlerde birçok arkadaşımın babası gece yapılan baskınlarla alınıp götürüldü. O zamanlar daha yüksek sivil bürokrasinin oturduğu 4. Cadde yol yapımı nedeni ile kapalı olduğundan o caddeye giriş bizim apartmanımızın karşındaki merdivenli yoldan sağlanıyordu. Çok geceler, ben ve ailem, o merdivenlerin önünde duran askeri vasıtalardan inen silahlı askeri güçlerin koşar adımlarla ev basmaya gittiklerini izlemenin sıkıntısını çektik: Acaba, adı, sırf görevi icabı orada olmak zorunda olduğundan, rahmetli İnönü’nün kafasına taş atıldığı meşhur Uşak olayları nedeni ile babamı ne zaman götürmeye geleceklerdi? Babamı hiçbir zaman alıp götürmediler. Ama, 43 yaşında emekli edip, yaşananların üzüntüsü ile hastalanmaya ve 53 yaşında ölmeye mahkum kıldılar.

Kimileri 27 Mayıs 1960’ı devrim olarak nitelendirir. Ama, o bir devrim değil, çok basit bir neden ile, ihtilaldir. Zira, onu takip eden askeri müdahaleler gibi bir emir-komuta zinciri içinde yapılmamıştır. Tamamı ile bir baş kaldırıdır. Onu haklı kılacak bir gerekçe kesinlikle yoktur.

Korkmaz İlkorur, Radikal, 27.5.2010

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*