Hücrede tecelli eden mucizeler – 2

Küçük kâinat dediğimiz, insan denilen muhteşem sarayın dışını, içini, bölümlerini, en küçük cüz’ünden en büyük organlarına kadar; hayretle ve hayranlıkla izlemeye, incelemeye devam ediyoruz.

Şüphesiz bunlardan her biri harika mı harika, akıllara durgunluk veren, birer mu’cize olduklarını müşahede edecek ve bir takım hayretler ve dersler alacağız.

Allâh şöyle buyurdu: “Sizi bir topraktan yaratmış olması, O’nun âyetlerindendir. Sonra, siz her tarafa yayılır bir beşer oldunuz.(1)

Kâinatın her tarafına; yere ve göğe, küçüğe ve büyüğe, katı ve maddeye, hareket eden canlıya ve düşünen insana kadar, yayılan bu âyetler; kulak verenlere akıl ve idrakini doğru kullananlar için birer ibrettir ve derstir. Bu da kalbe sükun ve huzur verir. Şüphesiz, bu huzur aileye ve topluma da sirayet eder.

Bunun ötesi; yıkıma, şaşkınlığa, azaba ve toplumsal buhrana, bunalıma götürür. İşte insanlık, medeniyet çağı dediğimiz şu hazır zamanda, yüce yaratıcısının yolundan saptığı ve Rabbinden gafil olduğu için huzursuzdur, Sıkıntı içindedir. Telaşlıdır, heyecanlıdır, mütehayyirdir, acınacak bir hayat yaşamaktadır. Ve müşahede ettiğimiz; sadece yıkım, tahribat, ölüm, kan dökme ve eğer varsa, vicdan azabıdır.

Sadede dönecek olursak, ancak mikroskopla görülebilen hücre, derin bir nazarla ve tefekkürle incelendiğinde; yüce san’atkarının ihtişamını gösteren, taklidi imkânsız mühürleri hayranlıkla müşahede edilecektir. Böyle harika bir san’at eserinin ifa ettiği görevler ve fonksiyonları, tesadüfe havale edilemeyecek kadar mükemmel ve son derece nizamî olduğunu ve bunun ancak sonsuz bir ilim ve kudret ve hikmet olmaksızın, olamayacağı anlaşılmakla beraber; akılda da imanın parlamasına vesile olacaktır.

Hayatın mülk (dışı) hem de melekût (iç) cihetleri şeffaf, kirsiz, bulaşıksız olduğundandır ki; ezeli hayat sahibi olan Allâh; zahiri sebepleri araya koymamış ve onu doğrudan doğruya kendine bağlamıştır. Onun içindir ki, ilim adamları hayatın teşekkülü, yaratılması ve zuhuru ile ilgili olarak, hiç bir sebep gösterememişlerdir.

Allâh’ın sonsuz ilim ve kudretiyle, varlıklar teşkil ve terkip edilir, vücuda getirilirler. Çünkü kudretinde acziyet, zaafiyet ve bölünme yoktur. Kudreti zâtidır. Geçici değildir. Kudretin bir damlasına karşı, zerre(atom)lar ve güneşler müsavidir, eşittir. Büyük küçükten ağır ve zahmetli değildir.

Hayat, vücut ve nur gibi şeyler, zahir ve batınları şeffaf olduğundan, sebepsiz yaratılırlar. İcatları zamanında, sebepler altında Allâh’ın kudreti ve tasarrufu görünür. Bir tek hücrenin, bir rahimde hayat ve vücut bulması gibi, O’na kolaydır. Bir salkım üzümün yaratılması ve hasiyyeti kuru çubuğunda aranılmaz. Ama zahirde o çubuk, bir sebeptir.

Sebepler (esbab) pek basit, camid, bilinçsiz, iradesiz ve şuursuzdurlar. Tabi-î kanunlar, itibarî ve mevhum (evham mahsulü olan) şeylerdir.

Meselâ insanın beden hücrelerindeki muntazam teşekkülü, lisan ve zihnin hareketlerini, yalnız yemekle açıklayabilir miyiz? Ancak o gibi sonuçlar, sonsuz bir kudret, ilim ve mutlak bir iradeyi iktiza ederler. Hafızanın, beynin işlevini sebeplere bağlayabilir miyiz? Demek ki, vücutta müessir-i hakiki ancak, kudreti sonsuz bir Hâlık-ı Kadir olabilir. Sebepler bahanelerdir, vasıtalar da, birer perdeden ibarettir.

“Evet, insan kâinatın en şerefli varlığı ve şuursuz sebepleri içinde, iradesi en geniş olduğu halde, iradî fiilleri içinde, yemek ve içmek gibi, en âdi (sıradan) bir fiilinde, yüz cüz’ü (parçası) nden ancak bir cüz’ü insana ait olabilir. Sebeplerin sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa, öteki cansız, şuursuz sebepler ne halt edebilirler? Demek müessir-hakiki (gerçek etki sahibi), ancak ve ancak Allâh’tır.”(2)

Canlıların en temel yapı taşı olan, hücreleri inceleyen histoloji uzmanları; genel olarak hücre zarı, sitoplazma, çekirdek zarı, çekirdek ve içindeki DNA, RNA denilen genler ve nihayet amino asitlere gelip dayanıyorlar. Bunların hiç biri, hayat gerçeğine kaynaklık yapacak bir mahiyette değildir.

Hayat cevherini, yirmi dokuz ehemmiyetli özelliklerini ve umumi vazifelerini tarif ederek, onun nasıl bir İsm-i A’zam tecellisi olduğunu ispat eden Bediüzzaman, daha sonra şu ifadelerle izah eder:

“Hem anlaki, bu hayat madem kâinatın en büyük neticesi ve azametli gayesi ve en kıymetli meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi, azametli neticesi bulunmak gerektir. Çünkü ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin de çekirdeği vasıtasıyla neticesi, gelecek bir ağaçtır. Evet bu hayatın gayesi ve neticesi hayatı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de hayat-ı veren Zat-ı Hay ve Muhyiye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve ibadet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir. Ve bundan anla ki, bu hayatın gayesini “Rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskarane nimetlenmektir, diyenler; gayet çirkin bir cehaletle, münkirane (inkâr ederek) bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve âkıl ihsanını istihfaf (hafife alma) ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı nimet ederler (nankörlük ederler.”(3)

Evet son araştırmalar göstermiştir ki: Bir hücrede 2000 bin civarında kimya laboratuvarı vardır.(Mitokondri ve golgi cihazları) Bunlar durmadan kimya işlemleri yaparlar. Her bir hücrede, bu minik laboratuvarların her birinde, elektronik bir beyin vardır. Bu kompitür programı uygulayarak hücreye kimlik kazandırmaktadır.”(4)

Hücrenin içinde cereyan eden bu muazzam sistemde, Sameddiyet sırrının izlerini görüyoruz. Allâh bu Sameddiyeti, İhlâs suresinde önemle nazara atfeder, şöyle ki;

“De ki, O Allâh birdir.(Her şey bekâsını ve varlığını O’na borçludur.) Her şey O’na muhtaçtır. Her şeyin baş vuracağı, yardım dileyeceği tek varlık O’dur. Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından doğurulmamıştır.) Hiç bir şey O’nun dengi olmamıştır.”(5)

Yani Samed; Allâh’ın bir sıfatıdır ki, her şey O’nunla kaimdir, O’nunla vardır ve hayatını bütün mekanizmasıyla, O’nunla devam ettirir ve O’na daimi muhtaçtır. Ancak O’nun hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, O her şeyden müstağnidir.

“Bu 2000 laboratuvar, kendi programlarını yürütebilmek için devamlı Samed sırrına muhtaçtır. Bu, hücrenin sırf bu işlemler açısından saniyede otuz milyon kez Samed sırrına ihtiyacını göstermektedir. Ortalama bir hücre için, Samed sırrına ihtiyaç, saniyede milyon kere milyar kezdir. Bu Samed sırrı; sadece insanlara yönelmiş bir Kudret-i İlâhî değildir. Tüm evrenlerin temel hikmetidir. Atomlara, gezegenlere, güneşlere, galaksilere mecal ve mizan veren hikmet; işte Allâh’ın bu Samed sırrıdır. Yoksa evrende tek bir varlık, bir saniye bile ayakta kalamaz, yok olur.”(6)

Kıymetli okuyucularım, teknolojide, bilimsel manada bu kadar ilerleme kaydetmiş olan insanoğlu, hala hücrenin bazı sırlarını tam anlamıyla çözüme kavuşturmuş değildir. Çözdüğümüz ve vakıf olduğumuz hücre bilgileri ise; insanı ciddi hayretler içinde bırakır. Bir hücrenin içinde, gerçekten mübalağasız olarak, âlemlerin gizli olduğunu iddia edebiliriz. Bu hücrenin içinde cereyan eden organizasyon ve muazzam sistematik düzen, her yönüyle mu’cizeleri gözlerin önüne sermektedir.

“Malumdur ki, insan vücudunda bulunan her hücrenin bir çekirdeği vardır. Bu çekirdeklerin içinde de renkli cisimcikler, yahut KROMOZOM denilen maddeler bulunur. Hücreye hareket veren, hücreyi idare eden bunlardır. Bunlar hücreyi yöneten akıl mesabesindedirler. Hücre bunun emrinden dışarı çıkamaz. Bu, hücreye kandaki şeker dengesini ayarlayan proteinden ibaret “ENSÜLİN” hormonu ile erkeklik ve dişilik hormonlarının ayarlamasını da yapar. Aynı şekilde hücrelere çeşitli görevler yükleyen de bu kromozomlardır. Bunların komut emriyle, kimi hücreler kemik gibi katı yapı malzemelerini, kimileri de yumuşak sümüksü maddeleri yaparlar.

Ne kadar acip bir diğer sır ki, bu kadar çok ve hassas görevleri olan; yaratılışın, kalıtımın ve hücrenin bütün sırlarını taşıyan bu kromozomlar, öylesine küçüktürler ki, ancak mikron (metrenin milyonda biri) veya angstrom (metrenin milyarda biri) ile ölçülebilirler. Yine gerçekten, şaşılacak bir durum da, bu kromozomların yaratılışın, verâsetin ve hücrenin bütün sırlarını taşımasıdır. Modern ilmin perdesini bir parça aralayabildiği bütün bu sırlar gizlidir. Her hücrenin kendine mahsus, diğerlerinde bulunmayan ayrı ayrı sırları vardır. Hatta iki komşu hücre bile birbirlerinden farklıdırlar. Söz gelişi, gözdeki saydam tabakada bulunan bir hücre, tabakadan tabakaya diğerinden farklılık gösterir. Gözün ağ tabakasında bulunan hücreler de birbirinden farklıdırlar; çünkü görüntüyü bir kameranın resim tesbiti gibi, tesbit eden bu kısımda sekiz tabaka vardır. Hatta bir tek tabaka içindeki hücreler bile; şekil ve görev bakımından farklılık gösterir.”(7)

Modern ilim, insan vücudundaki her bir hücrede 23 çift olmak üzere 46 kromozom bulunduğunu keşfetmiştir. Bu kromozomlar normal hücrelerde çekirdek içinde, küme halinde görünürler. Bölünme ve çoğalma merhalesi başlayınca bu kromozomlar küme içinde seçilir hale gelirler ve çifter çifter ikisi bir arada bulunurlar. Bu 23 çift kromozom insan sırlarını öylesine gizli bir şekilde taşır ki, kalıtım sırları dahil, bütün bu sırlar bir şifre gibi nesilden nesile, babadan oğula geçer dururlar. Bu sırlar, en büyük elektronik mikroskoplarla, yüz milyonlarca defa büyültülseler bile görülemezler. Hücrede vaki olan bu kromozomların gizemli sırlarını, düzenli şaşmaz şifrelerini, buna DNA şifreleri de diyebiliriz ki; hücre en kalabalık ve en ileri teknolojiye sahip bir şehirden daha kompleks bir yapıya sahiptir. Hücrenin içinde enerji üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, ham maddeleri taşıyan kargo sisteminden, DNA’yı tercüme eden şifre çözücülere, yoğun ve kesintisiz haberleşme sistemlerine kadar bir çok bilinir ve bilinmez yapı, sürekli faaliyet halindedir. Böyle muazzam bir organizasyon, ancak, bilimsel verileriyle, bu İlâhî Mu’cize, Kudret-i İlâhiyenin mutlak varlığını gözler önüne sermektedir.

Ve hülasa olarak iki düstur:

“Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.”

“Bencil olma, tebrik etmeyi bil.”

Dipnotlar

(1) Rum 30/20
(2) Mesnevi-i Nuriye, s.60
(3) Lem’alar s. 324
(4) Dr. Halûk Nurbaki, İlmî Gerçekler, s. 187
(5) İhlas 112/1-4
(6) Dr. Halûk Nurbaki Age s. 188
(7) Dr. Muhammed el-BAR, Kur’an ve Tıp ilmîne göre
İnsanın Yaratılışı s. 45-6

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*