Hür tefekkürün kaleleri: Dergiler

Cemil Meriç:
“Dergi, hür tefekkürün kalesi” diyordu.

Devamını da getirelim bari:

-Şöhreti fethe koşan bir aydınlar ordusu. Kimi yarı yolda kalacak, kimi yol değiştirecektir bu akıncıların. Belki hiçbiri varamayacaktır hedefe.

-Genç düşünce, dergilerde kanat çırpar. Yasak bölge tanımayan bir tecessüs: Tanımayan, daha doğrusu tanımak istemeyen. En çatık kaşlılarda bile insanı gülümseten bir ‘itimat-ı nefs’, dünyanın kendisiyle başladığını vehmeden bir saffet var. Tomurcukların vaitkâr gururu.

-Bir şehrin iç sokakları gibi mahrem ve samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Müzeden çok antikacı dükkânı, mühmel ve derbeder.

-Kitap, istikbale yollanan mektup… Smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap ve gazete… biri zamanın dışındadır, öteki ‘an’ın kendisi. Kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter. Kitap fazla ciddî, gazete fazla sorumsuz.

-Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri, ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.

-Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok.

-“Mecmua-i Fünun” (1863-1865) tam bir mektepti, diyor Tanpınar. “Bu mecmua bizde, Büyük Fransız Ansiklopedisi’nin on sekizinci asırdaki rolünü oyna.” Ne garip mukayese! Fransız Ansiklopedisi, yükselen bir sınıfın kavga silâhıydı. Nassları devirmekti amaç; nassları, yani kiliseyi. “Mecmua-i Fünun”, bir avuç bürokratın naşir-i efkârıdır; daha doğrusu Batı’dan ithal edilen posa fikirlerin sergilendiği bir meydan. Ne milleti temsil eder, ne içtimaî bir sınıfı. Bununla beraber, düşünce tarihimizin bir sayfasıdır; bedbaht veya bahtiyar bir sayfası. Hangimizde koleksiyonu var?

-Dergiler, İkinci Meşrûtiyet’te bir hitabet kürsüsüydü, hitabet kürsüsü veya bayrak. Altın çağları yeni harflerin kabulü ile sona erdi. Eski okuyucularını kaybettiler, yeni okuyucu nesilleri yetişinceye kadar devletten yardım beklemek zorunda kaldılar.

-Cumhuriyet intelijansiyasının en acil vazifesi, maziyi tasfiye ve hali takviyeydi. Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan 1940’lara kadar, dergilerimiz hiçbir ‘aşırı düşünce’ye daha doğrusu düşünceye yer vermezler.

-Sonra, zaman zaman çığlıklar duyulur, tek parti devrinin kesif ve kasvetli havasını dağıtmaya çalışan çığlıklar. Nihayet politika, haftalık kavga dergilerine görülmemiş bir alâka sağlar. Ve bu hayhuy içinde, sesi büsbütün kısılan edebiyat, birkaç zavallı derginin soluk sayfaları arasında nebati bir hayat yaşar. (Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 1992)

Bu satırlar yıllar öncesinden bu günlere taşıyor bizi.

Çünkü, bu günleri anlatıyor. Ama olsun, dergiler yine çıkmaya devam edecek. Hür tefekkürün kaleleri yine burçlara bayrak dikmeye devam edecek. Kimbilir kaç gencin kurtulmasına vesile olacak bu kaleler, kimbilir kaç gencin ruhuna hürriyet havası solduracak…

Dergi bir fikirdir. Dergi fuarı, fikri de öyle.

Türkiye Dergi Günleri, artık geleneksel hale geldi. Bu yıl da Sirkeci Tren Garı’nda birçok dergi sesini duyurabilmek için stand açacak…

100’den fazla dergi bir araya gelirken, biz eli kalem tutanlar da bu programda konuk olacağız… Elbette gençleri ve her daim kendini genç hissedenleri bekliyoruz.

Okurlarımızı kucaklamak için sabırsızlanıyoruz. Bu gün ve Pazar günü saat 14.00-17.00 saatleri arasında orada olacağım.

Bekliyorum.

Sürprizlere hazır mısınız?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*