İmandan sonra namaz…

Kendi ifadeleriyle Risale-i Nur üzerinde “eleştirel bir okumayı” deneyen bazı isimler Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır” şeklinde özetlenebilecek tesbitlerine itiraz etmişler.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki bu mesele ehliyet isteyen bir meseledir. Dolayısı ile bunu başta ilahiyatçılar olmak üzere konunun uzmanları yapmalıdır. Ancak şunu ifade edebiliriz ki hadislerde “dinin direği” olarak tarif edilen namazı “imandan sonra ikinci önemli mesele” olarak saymak tam isabet olarak görülmelidir.

Aynı konu üzerinde itirazlar sıralayan kişiler, Risale-i Nur eserlerinde yer alan bazı ifadelerin birbiriyle örtüşmediğini iddia etmiş. Oysa “Bir söz nerede söylenmiş, hangi makamda söylenmiş?” gibi temel kaideler göz önünde bulundurulmadan değerlendirilebilir mi?

Risale-i Nur’da yer alan bir mesele bu konuda izah edici olabilir. Malum, “Dünya öküz ve balığın üzerindedir” mealindeki hadis-i şerifle ilgili bir soru izah edilirken Peygamberimizin (asm) bir defasında sadece “Öküzün üzerindedir” dediği, başka bir vakitte de aynı soruya “Balığın üzerindedir” şeklinde cevap verdiği anlatılır. Neticede bu ifadeler “Dünyanın döndüğüne işaret eder” denilir. (Tam metin için bakınız: Lem’alar, On Dördüncü Lem’a, s. 245)

Ele bakar, kalbe bakamayız. Ancak sırf ‘eleştirel okuma’ adına yanlışa da düşmemek lazım. Risale-i Nur meydandadır. Muarızları da yıllarca onun aleyhinde yayınlar yapmak istemiştir. Yapılan eleştirilerin temelsiz olduğu, muarızlar nezdinde bile itibar görmemesine bakılarak anlaşılmaz mı?

Bediüzzaman, “Yeni Said” dönemi olarak tarif ettiği yıllarda neşrettiği eserlerinde, “Eski Said” dönemindeki beyanlarına da yer vermiştir. Dolayısı ile ilk bakışta farklılıklar olduğu akla gelse de bu tesbitlerde temelde bir fark yoktur. Yine kendi ifadesiyle, günün şartlarına göre bir elbise giydirmiştir.

Hem bir İslam alimi ve Kur’an müfessiri olarak Bediüzzaman’ın, imandan sonra namazı tavsiye etmesinden daha tabii ne olabilir?

Risale-i Nur’da yer alan şu kısım bu tartışmaya da cevap mahiyetinde sayılır: “Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: ‘Biz Allah Allah diye diye geri kaldık; Avrupa top tüfek diye diye ileri gitti.’

‘Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût’ kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıller bulunduğundan deriz ki:

“Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle (El-mevtu hakkun / Ölüm haktır) hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye’s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir? Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse, bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa, tüfek de Allah der, top da Allahu ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder.”

(Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, s. 743)

İslam dünyası ve Müslümanlar iman ve namaz hakikatini tam idrak edebilirse her türlü fenalığı def edebilir inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*