İmanî esasların en hassası olan kader konulu mevzuların konuşulmasında son derece dikkatli olmanın yanı sıra münakaşaya düşürmeden1 sohbet ve tahlil seviyesinde tutmak bu babda yapılması gerekendir.
İtikadî imamlardan İmam Matüridî ile İmam Eş’arî arasında kaderi yorumlamada bazı farklılık var iken bu iki merhum imama tâbi olanların, yapacakları yorumlarının da farklı olabileceği bilinen bir hakikattir. Bu sebeple söz konusu farklı değerlendirmeyi, münakaşaya götürmeden, her görüş sahibi kendi yorumunu yapıp, muhatabını da rencide etmeme hassasiyeti göstermelidir.
Tahlili yapılan konu, dağıtılmadan, bağlamından koparılmadan, seviyeli ve kendi tezimize, zoraki delil getirircesine tevillere girilmeden görüş ifade edilmelidir. Farklı değerlendirmelerin her zaman olabileceğini de unutmamak lazım. Kendi anlayışını merkeze alıp, farklı yorumları, merkezden sapma olarak görmek, hata olur.
Birinin birkaç seçenekten birini tercih etmesi ya da zorunlu tutulması vakıasında iki vaziyet var: Birincisi, ihtiyarıyla bir tercihin yapılması; ikincisi, mecburî tercih, daha doğrusu dayatma. Bu ikisi, görünüşte bir tercihtir elbette. Birinci tercihteki sorumluluğun kadere verilmesi anlayışı, elbette kader olamaz. Mecburî tercihteki sorumluluk ise hür irade kalmadığı için mes’uliyetten bahsedilmez, “cebr-i mutlakla olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.”2, hükmü geçerli olur. Dayatmayı yapan da mes’ul olur.
Özelde bu iki husus, tercih görünümlü iken her iki tercih de sebep ve sonuçlarıyla beraber genelde kaderdir. Binaenaleyh, meseleye iki yönüyle bakıldığında konu aydınlanır. Sadece tek cepheden bakılarak kanaat beyan edilmesi, yanlış anlamaya sebep olur. Özelde yapılan değerlendirmede, genelin kıstaslarıyla ölçülmemelidir.
Kul, cüz-i ihtiyârını kullanır, hikmetine uysunsa Allah da kudretiyle yaratır. Burada, bir tercih ve ardından da yaratma vardır. Yapılan tercihtir hem de kesbî bir tercihtir ama bütün bunların Allah tarafından bilinmesi de elbette kaderdir.
Kişinin, bazı durumları kendine zorunlu sebep kabul ederek tercihini yapıp, bunu kadere vermesi de hatadır. Onun vaziyeti; tercihindeki sebepleri âmir kılıp sorumluluğu ise sebeplere vermesi, üstlenmesi gereken mesuliyetten kaçıştır ve bu nedenle sorumluluğu kadere yüklemesi yanlıştır. Ancak ilm-i İlâhiye bakan yönüyle de bu da Onun ilmi kapsamındadır.
Kulun tercihini doğrudan kadere bağlamak, sorumluluğu kadere vermek, Cebrî bir yaklaşımdır. Tercihte; sebebi âmir, şart ve zorunlu kılmak ise sebebe üstünlük vererek İtizalî bir tavır sergilemektir.
İmam-ı A’zam ve oğlu Hammad arasındaki konuşma burada örnek olacak vasıfta, şöyle ki:
Hammad,
“Görüyorum ki sen kelâm meselelerinde münakaşa ediyorsun.”, der.
İmam-ı A’zam şu cevabı verir:
“Biz münakaşa ederken arkadaşımızın inancının sarsılması korkusuyla başımızın üzerinde kuş varmış gibi onu kaçırmamak için dikkatli davranıyoruz. Hâlbuki siz münakaşa ederken arkadaşınızın inançlarının sarsılmasını ve ayaklarının kaymasını istiyorsunuz. Bir kimse arkadaşının ayağının kaymasını isterse, kâfir olmasını istemiş olur. Arkadaşının kâfir olmasını istemek ise küfürdür. İşte yasaklanmış bulunan kelâm ilminin derinliği bu gibi meselelerdir.”3
Dipnotlar:
1- “Mesâil-i imaniyenin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir.” B. Said Nursi, Mektubat (2017), s. 55 (12. Mektup)
2- Bediüzzaman Said Nursi, Şualar (2017), s. 616 (5. Şua)
3- Muhammed Ebu Zehre, Ebu Hanife, s. 25; Musa Mert, https://www.musamert.com/egitimcilik-yonuyle-ebu-hanife_27_b.html
İlk yorum yapan olun