Kardeşlik bağında feyizli bir gezinti

Başta Yirmi İkinci Mektup olmak üzere, Nur Külliyatında müminler arasındaki uhuvvete, muhabbete, ittifaka, ittihada, teavüne, tesanüde dair bahislerden derlemiş olduğumuz nur ve gül demetlerini burada sizinle de paylaşmayı arzu ettik.
İlgili bahislerde, bütün bu ülvî his ve hasletlere zarar-ziyan nereden ve nasıl geliyor, bunların mühafaza edilmesi, hasar görmüşlerse bunların tedâvi edilmesine dair reçeteler de yer alıyor. Onlardan istifa etme cihetine gitmeyi de Rabbim bize nasip eylesin.

*

Uhuvvet Risâlesinin hemen başında, müminler arasındaki kardeşlik bağlarına, hürmet ve muhabbet esasına zarar veren zehirli maddeleri şöylece sıralanıyor: Nifak, şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik, inat ve hased.

Bunlar, şüphesiz her yönüyle çirkin, merdut, zararlı, zehirli ve hatta bir nevî zulümdür.

İşte birkaç misâl: Bunlar, hakikatçe ve hikmetçe zulümdür. Tarafgirlik, inat ve hased, insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe merduttur, reddedilmiştir. Aynı şekilde,  hayat-ı şahsiye, hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı maneviyece çirkin ve muzırdır. Dahası, beşerî hayat itiariyle de öldürücü bir zehir hükmündedir.

*

Her insanda çeşitli duygular, sıfatlar ve alışkanlıklar var. Bunların bir kısmı güzel ve faydalı, bir kısmı ise çirkin ve zararlıdır.

Kişi, bir kardeşinde görmüş olduğu cani, fena veya çirkin sıfatından dolayı onu batırmaya, onun üstünü çizmeye çalışmamalı. Ondaki güzel ve masum sıfatların hatırına onu kurtarmaya, ona yardımcı olmaya çalışmalı. Bir veya birkaç çirkin sıfat sebebiyle onu batırmak, biri masum, dokuz câninin bulunduğu bir gemiyi batırmak gibi olur. Buna ise, hiçbir kanun-u adâlet izin vermez. Bir hataya karşılık, daha büyük bir hata ile mukabele edip ceza vermek gibi olur. Oysa ki, bir hata, bir başka hata ile telâfi edilmez, ortadan kaldırılmaz.

*

Kardeşine kin ve adâvet beslemek, hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki, adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mana-i hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar ve bir arada bulunamazlar.

Evet, bir kalpte, hem nur ve muhabbet, hem kin ve adâvet aynı anda bulunamaz ve bir arada barınamazlar. Biri girerse, diğeri çıkar. Biri ağır basarsa, diğeri hafiflemeye başlar.

Bu sebeple, kalpteki nur ve muhabbetin yeşermesine, gelişmesine ve başkasına da güzel bir şekilde yansımasına dikkat ve tenni ile çalışmak icap ediyor.

Bu güzelliklerin sağlanması halinde, kişi din kardeşini fenâ bir halde, zor bir durumda gördüğü zaman, üstüne bir tekme de kendisi vurmaz, “belki lütûfla ıslâhına çalışır.”

O müzmin derdin çaresi de budur. Başka türlü muamele, yaranın daha da azgınlaşıp derinleşmesine sebebiyet vermiş olur.

*

Bu yazı serisinin birinci bölümünü, şu vecize ile tamamlamış olalım:

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz. “Veiza merru billağvi, merru kirâmâ/ Furkan:72” edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz. (20. Lemâ)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*